20.09.2024 -Türkiye Son Habercilikte Son

CUMAMIZ MÜBAREK OLSUN

CUMAMIZ MÜBAREK OLSUN

DEVLET MALINA İHÂNET

Rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Selmân-ı Fârisî -radiyallahu anh-ı ganimetleri korumakla vazifelendirmişti.
Derken bir kimse gelerek: “Selman! Elbisem yırtık idi. Ganimetten bir iğne iplik alıp onu diktim. Bana günah var mı?” diye sordu.
Selman -radiyallahu anh-: “Her şey miktara göredir.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine o kimse elbisesinden o ipliği çekip çıkararak, ganimet malının içine kattı.

Devlet malına hıyanet etmek çok büyük bir günahtır. Kişiyi direkt cehenneme götürür.

Devlet malından bir şey çalmak, vazifesini şahsi çıkarı için kullanmak emanete hıyanet etmektir.

“Kim bu hıyanetliği yaparsa, kıyamet gününde hıyanet ettiği şeyle gelir.” (Âl-i imrân: 161)

Halbuki bugün öyle insanlar var ki, sırf çalmak için mebus adayı oluyor. Niyeti bu olduğu için mebus olabilmek uğruna milyarları döküyor. Nasıl olsa seçilirsem çok daha fazlasını çıkarırım diye hesap ediyor.

Devlet kasasını aralarında taksim ederler. Allah-u Teâlâ da bereketi kaldırır, ekonomi altüst olur, memlekette büyük sefalet husule gelir. Fakir inler, onlar ise sefa sürerler. Zevk ve sefaları bozulmasın diye, bu iniltiyi duymak bile istemezler. Bu ise doğrudan doğruya ihânettir.

Allah-u Teâlâ’nın ve Resul-i Ekrem’inin yolundan ayrıldıktan sonra, artık onun din-i mübin ile işi kalmaz, vatanperverlik de ondan gider, vatanına ihânet etmekten çekinmez. Nefis putuna tapar, var gücüyle madde ve makama dalar. Bütün fenalıklara yol verir. Çeşitli vasıtalarla zehirini akıtmaya gayret eder. Yeryüzünde fesat çıkarmaktan başka bir çabası yoktur. Sözü yalan, inancı fasid, icraatları kötüdür.

İmanlı, asaletli, doğru insanlara sözümüz yok; ve fakat asaletsiz, vicdansız hırsızlara sözümüz çok.

Daha önce arzettiğimiz gibi Türkiye’deki siyaset:

Sermayesi yalandır ve hemen dolan.

Sen oturma ben oturayım, sen öl ben yaşayayım. Din, iman, vatan… Bunlar mevzu değil. Otur koltuğuna, doldur cebini. Bu ikincilerin durumu budur.

“Nadir bulunur tıynet-i kemalde kusur,

Kem mayeden eyler ne ki eylerse zuhur.”

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- şöyle söylemiştir:

“Bir toplulukta devlet malından hırsızlık (Gulûl) zuhur ederse, Allah o topluluğun kalplerine korku salar.

Bir topluluk içinde zina yayılırsa orada ölümler artar.

Bir topluluk ölçü ve tartılarda hile yaparak miktarı azaltırsa Allah onlardan rızkı keser.

Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır.

Bir kavim sözünden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.” (Muvatta. Cihad: 26)

Görülüyor ki devlet malının yağmalanması ile başlayan düşüş; zina, ölçü-tartıda hile, adaletsizlik gibi çeşitli safhalardan geçerek sözünden dönme noktasına ulaşmaktadır.

Midelerine haram girince, kalplerini korku sarar ve düşmanlarıyla karşılaşmak istemezler. Düşmanları da onlara galebe çalar. Nitekim görüyorsunuz Amerika ile aramız bozulmasın, harbe girmeyelim, rahatımız bozulmasın! Koltuğumuz sallanmasın. Vatanmış, her gün şehit cenazeleri geliyormuş umurlarında değil.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle söylemiştir:

“Bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- aramızda bulunduğu bir sırada ayağa kalkarak hıyaneti andı, onu büyüttü de büyüttü, onun halini de büyüttü. Sonra şöyle buyurdu:

“Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda böğürmesi olan bir deve olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.

Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda kişneyişi olan bir at olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.

Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda meleyişi olan bir koyun olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.

Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda çığlığı olan bir kimse olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.

Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda dalgalanan elbiseler olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.

Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda altın, gümüş olduğu halde gelerek ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.” (Müslim: 1831)

Bu Hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki, gerek ganimet malından ve gerekse devlet malından çalınıp aşırılan her şey kıyamet gününde hâinlerin boynunda asılı olarak gelecektir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir cümle ile ifade edilebilecek bir hususu, aynı kelimelerle ayrı ayrı beyan etmesi hıyanetin vebalini göstermek ve zihinlerde kuvvetle yerleşmesini sağlamak içindir.

Bu iş bu kadar ciddidir. Halbuki bugün öyle şeyler oluyor ki, hırsızlığı ayyuka çıkmış nice eski vekiller, vekil başları, sahiden bir adammış gibi ortalıkta boy gösterir, yeniden aday olur ve seçilmeyi umut eder. Halkı enayi yerine koyar.

Bir de öyle hadiseler var ki, sırf sülale, aşiret yakınlığından, kendi adamımdır diye seçmeye çalışır. “Başa geçsin, çalsın çırpsın belki ben de menfaatlenirim” diye düşünür.

Halk balık otu yutmuş gibi. “Bu daha az çalar” der, gider hırsıza oy verir.

Halbuki zerrenin hesabı var.

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.

Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür.” (Zilzâl: 7-8)

Bugün ben çalmıyorum, dürüstüm diyenler bile bakıyorsunuz eşi dostu, partidaşı zengin olmuş. Devlet parasının zerresini hesap etmesi gerekirken, yandaşına peşkeş çekmiş. Yolsuzlukların üzerine gitmeye çalışan birkaç dürüst vekili de bertaraf etmiş. Bunlar olmadı mı? Oldu. Bunlar olmuyor mu? Oluyor.

Başa geçip de eşi-dostu çoluk-çocuğuna devlet malını peşkeş çekmeyen yok gibidir.

Her zaman dediğimiz gibi iyileri tenzih ederiz.

Kalıbına bakarsın, kendisine müslümanların ön safında zanneder. Halbuki cehennem odunu.

Niye? İslâm dinine ihânet etmiş, vatana ihânet etmiş, kâfirle peşkeş anlaşmaları yapmış. Bütün bunlar yetmezmiş gibi devlet malına da riayetsizlik yapıyor.

Bir müslüman bunu yapabilir mi? Yapamaz.

Yapan cehennem kütüğüdür. Münafıktır. Çünkü devletin parası onda emanettir. Seni oraya “koru” diye getirdiler, “çal” diye değil!

Bir aşağıdaki Resulullah Aleyhisselâm’ın hassasiyetine ve ikazlarına bak, bir de bugünkülerin yaptıklarına bak! Kararını ver.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

“Hayber savaşının vukû bulduğu gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in ashâbından birkaç kişi gelerek ‘Filân şehit, filân şehittir!..’ dediler. Nihayet bir kişinin yanına vararak ‘Bu da şehittir!’ dediler. Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“Hayır! Ben onu aşırdığı bir hırka yahut yağmurluktan dolayı cehennemde gördüm.” buyurdu. Sonra da:

“Ey Hattab oğlu! Git de: ‘Cennete müminlerden başkası giremez.’ diye topluluğun içinde nidâ et!’ buyurdu. Ben de çıktım ve:

‘Dikkat! Cennete müminlerden başkası giremez!’ diye nidâ ettim.” (Müslim: 114)

Şehitlik dünyada ulaşılabilecek mertebelerin en üstünü olduğu için, Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı savaşlarda şehit olanlara gıpta ederlerdi. Burada, şehit olanları Resulullah Aleyhiselâm’a haber vermelerinin sebebi de bu imrenme duygusudur.

Böyle olduğu halde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, şehit olduğu haber verilen kişinin, ganimetten çaldığı bir hırkadan dolayı cehennemde olduğunu bildirmiştir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte Hayber savaşına çıktık. Allah da bize fethi müyesser kıldı. Ganimet olarak sadece eşya, yiyecek ve giyecek aldık. Sonra Vâdil-kurâ’ya çekildik. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in kölesi gölgeliğe girmek için ayağa kalktı. Bu esnada kendisine bir ok isabet etti, eceli de bundan oldu. Bunun üzerine biz ‘Ona şehadet mübarek olsun yâ Resulellah!’ dedik.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“Hayır! Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Hayber’de taksim edilmemiş olan ganimetlerden almış olduğu şu hırka ateş olmuş, onun üzerinde alev alev yanmaktadır.” buyurdu.

Herkesi bir korku almıştı. Derken bir kimse bir veya iki adet pabuç tasması getirdi ve ‘Yâ Resulellah! Bunu Hayber’de almıştım’ dedi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Ateşten bir pabuç tasması, yahut ateşten iki pabuç tasması!” (Müslim: 115)

Görülüyor ki çalınan şeyler ateş haline getirilerek hıyanet edenlere onlarla azap edilecektir.

Yine görülüyor ki hâin harpte öldürülse bile ona şehit denilemez.

Bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

“Kimin ruhu şu üç şeyden uzak olarak bedenini terkederse cennete girer: Kibir, hâinlik ve borç.” (Tirmizî – İbn-i Mâce)

Bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimsenin, müslümanların ganimetinden (devlet malından) olan bir hayvana, zayıf düşürüp de öyle geri verecek şekilde binmesi helâl değildir.

Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimsenin bir elbise eskitip de öyle geri verecek şekilde giymesi helâl değildir.” (Ebu Dâvud)

Rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Selmân-ı Fârisî -radiyallahu anh-ı ganimetleri korumakla vazifelendirmişti. Derken bir kimse gelerek: “Selman! Elbisem yırtık idi. Ganimetten bir iğne iplik alıp onu diktim. Bana günah var mı?” diye sordu. Selman -radiyallahu anh-: “Herşey miktara göredir.” diye cevap verdi. Bunun üzerine o kimse elbisesinden o ipliği çekip çıkararak, ganimet malının içine kattı.

Yine rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz devlet malından iki dirhemlik bir miktarı çalan Eşca’lı sahabenin cenaze namazını kılmamıştır. (İbn-i Hemmâm; el-Musannef)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemleri ve dinarları olacak. Onlar mahlûkâtın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.” buyuruyorlar. (Deylemî)

İşte bunların böyle çok olması memleketin bu felâketlere düşmesine vesile olacak.

Kim fazla çalarsa onların şöhreti var. İşte bu duruma gelen bir milletin âkıbeti de şudur, bu âkıbeti bekleyebilirsiniz.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Devlet malı (hazine) belirli çevrelerin menfaati yapıldığı,

Emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı,

İlim dinden başka gaye için tahsil edildiği,

Kişi karısına itaat edip annesine asi olduğu ve dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı,

Mescidlerde gürültüler başgösterdiği, fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği ve aşağılık adamın milletin lideri olduğu,

Şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu,

Şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği,

Şaraplar içildiği

Ve bu ümmetin sonunda gelenler evvel gelenleri lânetlediği zaman;

İşte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler.” (Tirmizî)

Bundan sonra tasavvura sığmayan harplere hazır olun!

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, kıyamet günü gelmeden önce helâk olmaktan yahut da şiddetli azabın gelip çatmasından kurtulabilecek hiçbir memleket halkının bulunmadığını beyan buyurmaktadır:

“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız.” (İsrâ: 58)

Bu helâk etme ya tamamen yok etmek veya halkına şiddetli azap etmek suretiyle olur. Nitekim küfür ve fasıklık sebebiyle yeryüzünde zaman zaman nice felâketler baş göstermektedir.

“Bu, kitapta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.” (İsrâ: 58)

Ne zaman olacağı, onu gerektiren sebepler ve nasıl olacağı gibi hususlar açıklanmamış, hiçbir şey bırakmamak kaydıyla Levh-i mahfuz’da yazılmıştır. Bu hüküm kesin olarak yerine getirilecektir.

Hadis-i şerif’te:

“Devlet malı (hazine) belirli çevrelerin menfaati yapıldığı.” buyuruluyor.

Devlet malı birkaç şahsın elinde olacak, devlet kasasını, hazinesini aralarında taksim edecekler ve bunu istedikleri gibi kullanacaklar. Kim fazla çalarsa o çok rağbet görecek.

Devleti idare edenler, halka âit malları kendi üzerlerinde toplamaya çalışacaklar, halkın kazancını vergiler vasıtası ile ellerinden alacaklar ve bunu rahatça hem yiyecekler hem de yığacaklar. Kendileri büyük refah içinde yaşayıp halk sıkıntı çekecek.

Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Allah bir millete gazap ettiğinde yere batırma ve suret değiştirme azabını vermese de, pahalılık onları ezer. Yağmurlar yağmaz olur. Kötüleri idareyi ele geçirir.” (İbn-i Asâkir)

Zâlimin zulmü artacak, mazlum ise inleyecek.

Çünkü onlar Hakk’a yönelmeyecek, halka yönelecek. Her yöneldiği kimse başına kaynar su dökecek. “Yandım!” diyecek, yine ona sokulacak. Niçin? Şaşkın olduğu için.

Balık otu yutmuş ve uyuyor. O da fırsat bulmuş icraatını yapıyor. Her biri koyun postuna bürünmüş kurda benzer. Koyun postuna bürünerek halkın karşısına çıkarlar. Hep yalan söylerler, hiç utanmazlar. Halkı da aptal yerine koyarlar. Makamları yükseldikçe, servetleri çoğaldıkça, isyan ve günahları da artar.

Âyet-i kerime’sinde:

“Halbuki onlar yalnız kendi kendilerini aldatıp hile yaparlar, amma farkında olmazlar.” buyuruyor. (En’âm: 123)

Hiç şüphesiz ki bu yaptıklarının vebali kendilerini kuşatacaktır.

Fakat hakikat ehli yine kanaat sebebiyle huzurludur. O, halka hiçbir zaman rağbet etmez. Hazret-i Allah’a ve Resul’üne rağbet eder. Fakat bunlar da pek azdır.

Öyle bir zaman ki rüşvetin ismi hediye olmuş.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ezd kabilesinden bir zâtı zekât toplamak üzere göndermişti. Bu zâtın vazife dönüşü “Şunlar zekât malı, şunlar da bana verilen hediyelerdir.” demesi üzerine Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz minbere çıkarak Allah’a hamd-ü senâdan sonra şöyle buyurdu:

“Gönderdiğim memura ne oluyor ki, ‘Bu sizin, bu da bana verilen hediyedir.’ diyor. Babasının ya da annesinin evinde otursaydı, ona hediye verilir miydi?

Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz haksız yere bir şey alırsa; o aldığı deve, sığır veya koyun, omuzuna yükletilmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkacaktır.”

Sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz koltuk altları görünecek şekilde ellerini kaldırıp üç defa “Yâ Rabb, emrini tebliğ ettim mi?” buyurdu. (Buharî)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, memuriyeti şahsi menfaatlere âlet edilmemesi hususunda yaptığı tebliğat son derece etkili olmuştur.

Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- der ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- beni Yemen’e göndermişti. Hareket edip yürüdüğüm zaman arkamdan birini göndererek beni çağırdı.

Yanına varınca:

‘Sana niye adam gönderip geri çağırdığımı biliyor musun?’ buyurdu ve ilâve etti:

“Benim iznim olmadan hiçbir şey almayacaksın! Zira bu gulûldür (hırsızlıktır). Kim gulûl yaparsa, kıyamet günü aldığı şey ile gelir. İşte bunun için seni çağırdım. Artık işine gidebilirsin.” (Tirmizî: 1335)

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- bir deve satın alarak meraya salmıştı. Deve orada otlayarak hayli beslendi. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- çarşıda gördüğü bu besili devenin kime ait olduğunu sordu. Oğlunun olduğunu öğrenince onu çağırttı. Kendisini dinledikten sonra çok celâllendi.

“Emirül-müminin’in oğlunun devesini güdün, sulayın, besleyin öyle mi? Olmaz böyle şey! Ey Abdullah! Deveyi sat, sermayeni al, fazlasını beytülmâle koy.” buyurdu ve öyle de yapıldı.

Bir de bugünkülere ve oğullarına bak!

 

Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ