TürkiyeSON - 16.04.2024 -

Hasretim var

Hasretim var

Hasret,ele geçirilemeyen veya elden kaçırılan bir nimete üzülerek yanma,iç çekme,inleme; üzüntü,içten gelen bir sıkıntı,köklü bir keder,eseflenme,göreceği gelme,izahı zor bir özleyiş demektir.

Hasret görmüşler,hasreti böyle anlamlandırırlar.”Hasret-keşler” de ya da “hasret-zedeler” de bu anlamlandırmanın hem delili hem de delisidirler.

İnsanın olduğu yerde hasret var,hasretin olduğu yerde de insan var.Öyle ki insan,hasrettir;hasret de insan…İnsanın, varlıklar aleminde yerini alması da hasretle,hayatı ve ölümü de hasretledir.

Şunu öğrendim:Biz,bizi var edenin hasretiyiz.Evet “Kûn” diyenin hasretiyiz,başka bir şey değiliz biz. “Lillah” dan öğrendiğim budur benim.

Hani bir vefat haberi alındığında benim aziz milletimin bir mukabelesi var.İNNÂ LİLLÂHİ VE İNNÂ İLEYHİ RÂCİÛN der.Manası şudur:”Hiç şüphesiz biz Allah içiniz ve (bu farkındalıkla)biz O’na döneceğiz.”Evet yekten bu ayeti okur.Kim okur ?Kim okuyabilir ki milletimden başka?Milletim okur, milletim!

İşte bu okumadan da anlıyorum ki “BizAllah içiniz” demek,”Allah’ın hasretiyiz” demektir. “Dönüşümüz O’nadır” ifadesinden de “O da bizim hasretimizdir” demeyi anlarım.

O’nun hasreti olan insanı olmak…Varoluşun sebebi olan hasretle yaşamak…Sevgili Hasret için hasretle güftelenmiş,hasretle bestelenmiş ,hasret makamındaki şarkıyı terennüm eden hasretilere katılmak…Hasretkeş namazı kılmak…Hasretzedeler ile imsak edip iftar etmek…Hasretten heceler ile hasretin kelimelerinde buluşmak…Hasretinde duran biri olarak ölmek…Ne azim şey yâ Rabbî!

Hasretin dönüşü ile dönmek,daire içre olan dairenin ve daire üzre olan dairenin merkezindeki sevdanın ateşi ile yanıp tutuşmak ya da inlemek ne büyük şeref Allahım!

“Aklı-ı selim”in istediği de hasret,”tab’-ı müstakim”in istediği de hasrettir.Matlûb(istenilen) ve mahbûb(sevilen) hasretin nakşından başkası değildir.Derler ki, her yazar gerçekte başkaları için de yazsa da,aslında kendini yazar.Doğru olan da budur zaten.Başkalarına şarkı-türkü söyleyeni kim sever ki?

Fenâmız da hasret ile,bekâmız da hasret iledir.Seyrimiz,dönmemiz,döndürülmemiz de… “Delili nedir?” derseniz,hasrettir derim.Nasıl ki iman,kendinden başka delile muhtaç değilse; hasret de,kendinden başka delile muhtaç değildir.Onun için “fenâ fi’l hasret” yani hasret fenâ olanlar,hasretle bekâsını buldular.

Hasret,mukaddes bir vadidir…Bu vadiye girerken bastonlar bırakılmalı…Hani Hz. Musa Allah’ı görmek arzusu ile vâdiye girerken duyduğu bir nidâ var ya!Nidâ ile “Ey Musa bastonunu bırak mukaddes bir vâdi içindesin” denilmişti ya!Her ne kadar müfessirler bu vadiye Vadii Eymen diyorlarsa da,bu vadi mana itibariyle Hasret Vadisidir ve mukaddes bir vadidir.Hasretkeşlerin,hasretzedelerin buluşacağı bir vadidir…Bastonsuz ve yalın ayakla girilmesi gereken bir vadi!..

İllâ bir eksiklik olacak ki,ondan dolayı “len terâni”-sen beni göremezsin-denilmişti Musa’ya! Hasrete, kâmil hasretle ulaşılır.Ancak o zaman “len terani” sırrı, “terâni” ye –görürsün-e dönüşebilir.”Kâl ehli”, farklı söylese de “hâl ehli”nin dediği böylecedir.

Hasret “bâtın” ister.Bu kadim susuzluk hali, “zâhir” ile murad bulmaz.Zâhirden gelenler, zahiricilik yapanlar,zahir ile iktifa edenler “trajediya” ile “komodiya” ya saparlar.

Rumca erkek keçiye yani tekeye “trâgos” ,trâgosun kıyafetine bürünerek oyun oynayanların raksına ise “trâgodiya” denilir ki,”keçi şarkısı” demek olur.Trajedi bundan doğmuştur.

Keçi kıyafetine girip de sarhoşça bir velvele içinde pervasızca,alabildiğine cünbüşlü maskaralık etmeye “komâzin” derlerdi.Bu tür cünbüş ediş manasını da “komodiya” kelimesiyle ifade ederlerdi.

Zahirle yetinip hasrete koşanların hali,bundan farksız değildir.Söyledikleri keçi ya da teke şarkısıdır…Libasları da keçi elbisesi…Yaptıkları cünbüşlü maskaralık…Trajedi veya komedi…

Bunlar,hasret vadisini bilmediler,bilemediler.Bilmediler,çünkü hasretin çocukları olmadılar.Bilemediler,çünkü “hasretin çocukları”nı hiçlediler.Onun için de dikenden gül gibi dilber bir çiçeğin zuhuruna tanıklıktan mahrumlar.Derununda duranı,”mekândan lâmekânı”, hasret olarak görmekten âcizler.

Hiç şüphesiz hasretin bittiği yer inkârdır.İnkârın başladığı yerdir hasretsizlik!Hasretsizlik, hak ve hakikat olanı gözden çıkarmaktır.Veya ne kadar aşağılık,ne kadar alçaklık varsa onları taç edinmektir…

Hasreti olanın insanlığı olur…Hasreti olanın ilmi-irfanı,sanatı olur…Hasreti olanın vatanı, milleti,devleti olur…Hasreti olanın görmesi,duyması,eylemesi,imar ve inşası,imal ve iktisadı olur…

Hasret varsa,adalet var!..Hasret varsa, derman var!..Din var,diyânet var…Huzur ve saadet var…Bir ve beraber var…Hem ve dem var…Münasiplik ve nasiplik var…İktidar var…

Yıllarca ülkü okumasını hep bu hasretle yapana hasrettim.Hala da onlara hasretim!Onlaradır hasretim!

Hasretim,onların sedasına ve edasınadır…Usulüne ve erkânınadır…Selamına ve merhabasınadır…İz’anına ve şuurunadır…

Keyfine,çıkarına hasretlik duyanların sefillikleri değil midir şu yaşanılanlar?”Yolun laneti”ne uğramışlarla hanği yolu selametle yürüyebilir şu millet?”Ya Rabbi beni Salihlere ilhak eyle” derken,murat kimdir?..Kimlerdir?..

Her insan,vicdanında bulduğu hakikati söylemek borcundadır.Kendisine gösterilen emniyete,itimada karşı, bu türlü hareket onun namus borcudur.Bu milletin ve gençlerinin beklediği,işte o namus borcunun edasıdır.Almak da bir hasretle, vermek de bir hasretledir.

Hasretim var!..Özlemim var!..Bir yanışım ve iniltim var!..Nedir o? Hani şair der ya:
“Hâlik’in nâmütenâhi adı var,en başı Hakk
Ne büyük şey kul için Hakkı tutup kaldırmak.”
Hakkın tutanı olmak,hakkı tutup kaldırmak,bu sıfatla sıfatlanmış kulu olmaktır hasretim.Bu sebeble hasretim, fikirlerde ve işlerde sağlam bir metoda tabi olmaktır.Böylesi muhkem bir usul ile kendi tahlilim ile terkibime ulaşmak isterim.Tenkit ve tetkik nazarı ile bakıldığında en büyük noksanın, tahlil ve terkip usulünün noksanlığı olduğu görülür.Bu noksanlık yordu bizleri.Yeter artık deyip,muntazam ve ameli bir metodla hasretin idealini takibe mecburuz.

Halimize bakarsak,bir çok iyi temennilere mâlikiz.Ancak ne var ki bizleri temennilerimizle buluşturacak usul ve ideale gereğince mâlik değiliz.Rasgele intihab ve iktibaslarla duanın müstecâb olmayacağını öğrenmeliyiz artık!

Filibeli Ahmet Hilmi’nin deyişiyle taklitçi,her vakit tetkikçi ve tahkikçinin seviyesinden aşağı olmaya ve bir karikatürü halinde kalmaya mahkumdur.

Maalesef böyle bir mahkumiyetle bizarız.Bir an önce hasretimin hürriyet topraklarında kızıl elmamın kokusunu almak isterim.

İrfan ehlinden öğrendim bir hakikat var:Tecrübe ile sabittir ki dünyada en latif koku,yeni pişmiş ekmek kokusudur.Bu sefillerin sevdiği,bayıldığı bir kokudur.Bu hakikati ancak ekmek hasreti çekenler,ekmek kıymetini bilenler bilir.Sefil olmayan nereden bilecek ki?

Hasılı ülkü adlı hasretimin sefiliyim.Onun latif kokusundan başka da koku tanımıyorum.Hasretimin hasretini çeken ancak bu hususta bana hak verebilir.Kaldı ki hasretimin tümüne vakıf değilim. Ya bir de vakıf olsaydım!..

Newton’un şu meşhur sözünü hatırladım.:”Ben büyük denizin kenarında oynarken bir parlak çakıl taşı bulup sevinen çocuktan başka bir şey değilim.Halbuki hakikat, o büyük deniz gibi karşımızda hâlâ meçhûl duruyor.”Böyle demişti Newton. İşte ben de o meçhûle hasretim.

Kûn fe yekûn sırrı ile hasretim olan o meçhûle götürecek,kadimi keşfettirecek, usul pınarının suyu ile yunmayadır hasretim!

Biliyorum duru bir demokrasi için ,duru bir ekonomi için ,duru bir siyaset için , hasretim olan kendimin iktidarına hasretim!

Devletimi ,hasretimin kutsal vadisinde söz sahibi edecek yola ve yordama hasretim!

Yine biliyorum ki,derdimin dermanı hasretimdedir.
Hasretim de derdimin dermanına gebedir.

Gülhan Haliloğlu

Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.