İngiliz Belgelerinde (I) İstanbul’un İşgali (16 Mart 1920)
Görüldüğü gibi, Atatürk’ün önderliğindeki Millî Mücadele’nin etkisi ve gücü her gün biraz daha artarken, bununla ters orantılı olarak, İstanbul Hükümeti’nin aczi de her gün biraz daha belirgin hale geliyordu. Halbuki, barış antlaşmasının hüküm ve şartları her gün biraz daha kemikleşiyor ve bu antlaşmanın uygulanması sorunu ortaya çıkmaya başlıyordu. Müttefikler, barışı İstanbul Hükümeti’ne imza ettirmeye hazırlanırken, bu hükümet giderek gücünden kaybediyor, buna karşılık, bu antlaşmayı kabul etmeyeceği belli olan Millî Mücadele ise, bir yandan gücünü arttırırken, bir yandan da İstanbul Hükümeti üzerindeki etkisini arttırıyordu. Yüksek Komiser Amiral de Robeck, 6 Şubat 1920’de Lord Curzon’a çektiği telgrafta, Meclis-i Mebusan’ın aleni oturumlarında Müttefiklere açık olarak tehditler yöneltildiğini ve hükümetin çökme işaretleri verdiğini bildiriyordu22. Ali Rıza Paşa kabinesi 9 Şubat’ta Meclis-i Mebusan’dan güven oyu aldı. Fakat, de Robeck’in deyimi ile, bazı bakanlarını Milliyetçilere feda ederek, yani bazı bakanları değiştirmek suretiyle güvenoyu alabildi. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Şeyhülislâm’ın İngiliz subayına söylediği veçhile, Ali Rıza Paşa iki değirmen taşı arasında sıkışmış durumdaydı. Bundan dolayıdır ki, 3 Mart 1920’de istifa etmek zorunda kaldı. Atatürk, 4 Mart 1920’de Padişah’a telgraf çekip, milletin güvenine sahip bir hükümetin kurulması gerektiğini belirtirken, Ali Rıza Paşa’nın istifa sebebi olarak, “İtilâf Devletleri’nin bağımsızlığa ve onura dokunan saldırılarına ve mütareke hükümlerine uymayan karışmalarına ve davranışlarına daha fazla dayanamamış olmasını” göstermekteydi 23. Yeni hükümeti, 8 Mart’ta, eski Bahriye Nazırı Salih Paşa kurmuştur.
De Robeck’in 6 Şubat telgrafında iki ilginç husus daha vardı. Bunlardan biri, Müttefik Kuvvetleri komutanı General Milne’in, askerî durumu kuvvetlendirmek istediğini, bunun için de bütün Müttefik kuvvetlerinin İstanbul’da kendi komutası altında toplanması gerektiğini kendisine bildirmesiydi. İkinci husus ise, İstanbul ve İzmir’in Türklerden alınması ve büyük bir Ermenistan kurulması halinde, böyle bir barış antlaşmasının ancak kuvvet zoruyla Türklere kabul ettirmek gerekeceği, bu sebeple, daha hoşgörülü barış şartları’nın mümkün olup olmayacağından söz etmesiydi. De Robeck, Lord Curzon’a 12 Şubat tarihli telgrafında bu noktaya bir kere daha değinerek, İstanbul ve İzmir’in Türklerden alınması kesinleşmemiş ise, kendisinin bu konuda yatıştırıcı (tranquillizing) bir demeç vermesi hususunda yetki istemiş ve Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserlerinin de hükümetleri nezdinde aynı teşebbüste bulunduklarını söylemiştir. Lord Curzon, 16 Şubat’ta de Robeck’e verdiği cevapta, İstanbul’un Türklerden alınmasının henüz kesinleşmediğini, fakat, “Ermeni katliâmı”‘ ve Anadolu’daki Müttefik askerlerine saldırılar durmadığı takdirde, barış şartlarının Türkler aleyhine değiştirileceğinin kendilerine bildirilmesini istedi. Bunun üzerine, İngiliz, Yüksek Komiserliği’nin ikinci adamı Ryan, Sadrazamı ziyaret ederek, bundan böyle, Kuvayı Milliye’nin, İstanbul Hükümeti’nin bir parçası sayılacağını kendisine bildirerek Müttefikler, Anadolu’daki Millî Hareket’in faaliyetlerinin sorumluluğunu Ali Rıza Paşa kabinesinin sırtına yüklemek gibi bir yola gittiler. Amiral de Robeck, 19 Şubat’ta, bizzat kendisi Hariciye Nazırı Sefa Bey’i ziyaret ederek, uzun bir görüşme yapmıştır. Bir hayli tehditkâr ifadeler kullanan Yüksek Komiser, Müttefik askerleri deyimine Yunan askerlerinin dahil olduğunu söyleyerek, onlara da yapılmış saldırıların, Müttefik askerlerine yapılmış sayılacağını belirttiği gibi, keza milliyetçi hareketlerin sorumluluğunun İstanbul Hükümeti’ne ait olacağını tekrarlamıştır. Sefa Bey, Kuvayı Milliye’nin (“National Forces“) bütün yaptıklarından Hükümet’ in sorumlu tutulamayacağını söyleyince de, Yüksek Komiser, Sadrazam’ın Millî Hareket (“National Movement“) ile uyum içinde olan bir program izlediğini ileri sürmüştür.
Bu görüşmenin ilginç bir yanı da, de Robeck’in, Akbaş Olayı’ndan yakınması ve âdeta, bu olaydan da İstanbul Hükümeti’ni sorumlu tutmak istemesiydi. Akbaş Olayı’nın Müttefikler için ağır bir prestij darbesi olduğu anlaşılıyordu. Bu arada Yunanlılar, İzmir’deki kuvvetlerinin Türk kuvvetlerine karşı harekete geçmesini istemişlerse de, İngiltere bunu önlemiş ve barış kesinleşinceye kadar, Yunan kuvvetlerinin, Müttefik Başkomutanı General Milne’in emrinden çıkmaması Yunanlılara bildirilmiştir. Görülüyordu ki, Müttefikler için şimdi söz konusu olan, barışın İstanbul Hükümeti’ne değil, Millî Hareket’e, Milliyetçiler’e nasıl kabul ettirileceği idi.
İstanbul’un işgaline katılmayan Başkan Wilson, bu işgali onaylarcasına, İstanbul’un Türklerin elinden alınmasında ısrar etmiştir. Wilson’ın bu sinirli tepkisinde, Senato’ya göndermiş olduğu, Ermenistan mandası hakkındaki Harbord Raporu’nun olumsuz niteliğinin rol oynadığı belirtilmiştir. Bilindiği gibi Harbord Raporu, Ermenistan mandasından değil, İstanbul dahil bütün Türk toprakları üzerinde bir Amerikan mandasından söz ediyor, fakat bunun maliyetinin de, beş yıl için 757 milyon Dolar olacağını ve 59.000 – 200.000 kişilik bir Amerikan kuvvetine ihtiyaç göstereceğini belirtmekteydi. General Harbord, Ermenistan üzerinde bir Amerikan mandası tavsiye etmek- ten kaçınmıştı. Bu da Wilson’ı sinirlendirmiş görüyor.
İşgale Atatürk’ün Tepkileri İstanbul’un işgali üzerine Atatürk, işgalci devletlerin İstanbul’daki temsilcileri ile, Amerika dahil, işgalci devletlerin Meclis başkanları ile dışişleri bakanlarına 16 Mart 1920 günü bir protesto telgrafı gönderdi58. Bu telgrafta Atatürk, İstanbul’un işgalini “yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere, hürriyet, milliyet, vatan duygusu gibi, bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri ortaya koyan insanlığın genel vicdanına indirilmiş” bir yumruk olarak nitelemekteydi. Atatürk’ün bu protesto telgrafının, yayınlanan İngiliz belgeleri arasında yer almadığını görmekteyiz. Atatürk, yine 16 Mart 1920 günü, “Bilumum kumandanlara, Vali ve Mutasarrıflara ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, Belediye Riyasetlerine, Matbuat Cemiyetine” hitaben yayınladığı “Beyanname” de de, “Bugün İstanbul’u cebren işgal etmek suretiyle Devlet-i Osmaniye’nin yedi yüz yıllık hayat ve hâkimiyetine son verildi. Yani bugün, Türk Milleti, kabiliyet-i medeniyesinin, hakk-ı hayat ve istiklâlinin ve bütün istikbâlinin müdafaasına davet edildi” demek suretiyle, İstanbul’un işgalinin, Türk Milletinin yaşama hakkı ve bağımsızlık sorununu birinci plâna çıkardığını belirtiyordu. Bilindiği gibi, İstanbul’un işgalinden sonra Atatürk, Heyet-i Temsiliye adına, “Vilâyetlere ve Müstakil Livalara ve Kolordu Kumandanlarına” 19 Mart 1920’de yayınladığı bildiride, “umur-ı milleti tedvir ve murakabe etmek üzere”, Ankara’da, “selâhiyet-i fevkalâdeye mâlik bir Meclis”in toplanması için seçimlerin yapılmasını istemiş ve bu seçimlerin esaslarını belirtmiştir60. Yayınlanan İngiliz belgeleri arasında bu bildiri dahi yer almamakla beraber, Londra’daki Fransız Büyükelçiliği’nin İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na sunduğu İstanbul çıkışlı ve 25 Mart 1920 tarihli bir telgrafta, Atatürk’ün 19 Mart 1920 günlü bir “Proclamation” ından söz edilmektedir. Nutuk’ta göremediğimiz bu belgeye göre, Atatürk, İstanbul’un şiddet yoluyla işgalinin sadece Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir saldırı teşkil etmeyip, aynı zamanda, bütün Müslüman dünyasına ve Hilâfete karşı da bir hakaret teşkil ettiğini belirterek, 10.000 şehit veren Mısır, Irak, Suriye, Azerbaycan Kuzey Kafkasya, Afganistan, İran ve “bir kelime ile bütün Müslüman dünyasının” İtilâf devletlerinin gücünü sarsacağını ve mucizeler yaratacağını vurgulayıp, bütün Müslümanları, “bağımsızlığa, İslâm imânına ve Hilâfet’e karşı yürütülen bu modern Haçlı Seferlerine karşı” yardım etmeye çağırmıştır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda bu telgraf üzerine yapılan yorum, bunun, klâsik bir İslâm çağrısı (Cihad) olup, Hindistan İçişleri Bakanlığı hariç, Türkiye’nin dışında hiç bir etkisi olamayacağı şeklinde idi.
Kaynak:Türk Tarih kurumu
ZİYARETÇİ YORUMLARI
BİR YORUM YAZ