Kolay değildir helal kazanmak…Cumanız mübarek olsun
~Hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere: “Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder. Allah Teâlâ peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir. Cenâb-ı Hak Peygamberlere: «Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!» (el-Mü’minûn, 51) buyurmuştur. Mü’minlere de: «Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızkların temiz olanlarından yiyin!» (el-Bakara, 172) buyurmuştur.” (Müslim, Zekât, 65) Rivayet edildiğine göre, yaşadığı devirde oldukça iyi bir gelire sahip olmasına rağmen, yine de geçim sıkıntısı çekmekte olan bir kimse varmış. Her zaman yedi altın kazanan bu adamcağız, ne yapıp edip bir yolunu bularak gelirini önce sekiz, sonra dokuz, derken on altına çıkarmış. Ama nafile… Almış olduğu altınlar arttığı halde geçim sıkıntısı hiç de azalmamış.
Gönlü bu durumdan çok muzdarip olmuş. Zavallı adam, derin bir ümitsizlik içinde perişan bir hâlde kıvranırken aklına, içinden çıkamadığı bu hâdiseyi, o beldede oturan yaşlı bir Allah dostuna danışmak gelmiş. Büyük bir mahcubiyet içerisinde huzura çıkıp, derdini bir bir anlatmış. Efendi Hazretleri onu dinledikten sonra: “–Evlâdım, mademki şimdi on altın alıyorsun, bir daha ki ay dokuza in! Yine de olmuyorsa, her ay daha da azalt gelirini.” diyerek nasihat etmiş ve kendisini hayır duâlarla uğurlamış. Efendi Hazretleri’nin bu kısa ziyaret sırasında söylemiş olduğu bu sözler adamın aklına hiç mi hiç yatmamış. Hattâ kendi kendine: “Bu iş nasıl olacak ki, aklım hiç almıyor.
Zira ben kazancımı yedi altından on altına çıkardığım hâlde geçim sıkıntısı çekmeye devam ediyorken, daha az kazanarak nasıl bu sıkıntıdan kurtulacağım?!” diyormuş. Bir müddet düşündükten sonra: “–Bugüne kadar gelirimi çoğaltmak için birçok zahmete katlandım. Lâkin yine de sıkıntıdan bir türlü kurtulamadım. Bir de o Allah dostunun sözlerini dinleyeyim. Hem ne kaybederim ki? Belli olmaz, belki onun sözlerinde benim anlayamadığım bir hikmet yatmaktadır!” deyip önce dokuz, sonra sekiz, derken istemeye istemeye altı altına kadar gelirini azaltmış. Fakat ne hikmetse, o paranın ihtiyacını fazlasıyla karşıladığını görmüş. O ay hiç sıkıntı çekmemiş.
Bunun üzerine adamcağız hayretler içinde tekrar o Allah dostunun huzuruna varıp: “–Efendi Hazretleri! Emrinizi harfiyyen uygulayarak gelirimi kademe kademe azalttım. Fakat bu işteki sırrı idrâk edemedim. Zira ben daha evvel on altınla geçinemezken, şimdi altı altınla çok huzurlu ve bereketli bir hayat yaşıyorum? Bu nasıl oluyor?” diye şaşkınlıkla sormuş. O yaşlı Hak dostu ise işin hakikatini şöyle açıklamış: “–Evlâdım, yaptığın işin karşılığı altı altınlıktı. Sen ise yedi altın almak sûretiyle kazancına haram karıştırıyordun. Bu sebeple de malının bereketi kayboluyordu. Şimdi ise helal kazandığın için helal kazancın bereketini görüyorsun.” *** ***İbrahim Ethem ve Fırıncı İbrahim Ethem tacı tahtı terk ediyor.
Seneler sonra seyr-ü sülûkünü tamamladıktan sonra Belh şehrine tekrar geliyor. Kendi yaptırdığı camide yatsı namazı kılıyor. Dışarıda sulu kar, yağmur, soğuk… “Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim” diye düşünüyor. Kayyum geliyor, camide saklandığı yerden buluyor, çıkarıyor. “Ne yapıyorsun” diyor. “Müsaade et, şurada yatayım. Sabah namazından sonra Belh’e gireceğim” diyor. Kayyum bacağından tutuyor onu “İbrahim Ethem, senin gibi çulsuzlar için yaptırmadı bu camiyi” diyor ve bacağından sürükleye sürükleye, kafasını merdivenlere vura vura atıyor onu dışarıya. İbrahim Ethem “Ben bu camiyi yaptırdım” diyemiyor. Çaresiz, şehre gidiyor.
Her taraf kapalı, sadece bir yer açık. Bir fırın. Kapıyı çalıyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor. Orada çalışan işçi, “Geç otur” diyor. Aradan bir-iki saat geçiyor. Sabah ezanı okunmaya başlıyor. Okunduktan sonra işçi dönüyor “Hoşgeldiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, isminiz ne” diyor. İbrahim Ethem de “Ben iki saattir burada oturuyorum, şimdi mi geldi aklına sormak” diyor. Fırıncı diyor ki: “Ben bu fırında işçiyim. İki çocuğum var, iki de yetime bakıyorum. Ben onlara şimdiye kadar haram lokma yedirmedim. Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dahilindeydi.
Ezan okundu, mesaim bitti. Seninle istediğin kadar konuşabiliriz, şimdi kazancıma haram karışmaz.” İbrahim Ethem “Sen ne güzel adammışsın. Sen Allah’tan bir şey isteyip de olmadığı vaki oldu mu?” diye soruyor. “Ben Allah’tan ne istediysem verdi. Fakat Allah’tan bir şey istedim. Onu bana vermedi. Allah’a yalvardım, bana İbrahim Ethem’i göster diye, bana onu göstermedi” diyor. “O Allah, öyle bir Allah ki,” diyor İbrahim Ethem, “İbrahim Ethem’i bacağından sürükleye sürükleye, kafasına vura vura getirir sana gösterir ve senin gözünün önünde ruhunu teslim ettirir” diyor ve Allah diyerek ruhunu teslim ediyor. Rahmeti Sonsuz Rabb’imiz cümlemizi haramlardan korusun.Gecemiz ve cumamız mübarek olsun.
FERHAT POLAT