KUDÜSTE
Çok seneler önceydi, çok sevdiğim bir arkadaşımla hem Miraç gecesini Mescid-i Aksa da ihya edelim hemde turistik bir İsrail gezisi yapalım diye bir tura katılmıştık.
Daha Atatürk hava limanında İsrail’in nasıl bir devlet olduğunu anladık, şöyleki Mossad ajanları bütün yolcuları tek tek bir odaya alıp, ciddi bir sorgudan geçirdiler.. Durun daha bitmedi aynı sorgunun beş beteri Tel Aviv, Ben Gurion hava limanında devam etti ve bu sorgu neticesinde güven duymadıklarını, oradan gerisin geri geri İstanbul ‘a gönderdiler.
Yol geçen hanına dönmüş benim güzel ülkemin sınırlarını düşündüm, ülkeme elini kolunu sallaya sallaya giren kötü niyetli insanları düşündüm, ülkemde cirit atan ajanları düşündüm içim acıdı ve bu güzel ülkenin değerini hala anlayamadığımızı düşündüm …..!
Neyse …… önce Tel Aviv ardından Hayfa, Yafa, dünyanın deniz seviyesinin aşağısındaki tek göl olan Lut gölü, Kudüs derken İsrail’i dolaştık ve Kudüs’te konakladık. Fakat, konumuz gezi anıları değil, İsrail’de yaşadığım ve ilginç bulduğum olayları sizlere anlatmak istiyorum. İsrail’de gördüğüm en göze çarpan olgu milliyetçilik. Kendilerini hep ezilen ırk statüsüne sokan İsrail, halkına da bu duyguyu müthiş bir şekilde aşılamış.
Hepinizin bildiği paranın gücü, sermayenin gücü burada çok geçerli olmamış, dünyada girilmedik ülke bırakmayan bazı semaye grupları İsrail’e girememiş. Bunlardan biriside Pepsi Kola, yahudi sermayesi olmadığı için İsrail’e sokulmamış. Tabiki İsrail’in tercihi Coca cola dan yana olmuş. Alman Hitlerin yahudi soykırımına tepki olarak da, dünyanın en büyük ve en kaliteli otomobillerini üreten Mercedes markası İsrail’e girebilmiş, fakat özel araç olarak değilde ticari araç olarak. Sanki bir öç alınır gibi bütün Mercedes’ler taksi olarak kullanılıyor.
Sabah namazını mescid-i Aksa da kılmak için sabah daha güneş doğmadan otobüsle mescide doğru yola çıktık. Araçların tek sıra park yaptığı dar bir sokaktan geçerken, karşıdan da bir otobüs gelince, iki otobüs geçemedi ve yol tıkandı . Otobüsler burun buruna gelmiş, artık içerde kim var kim yok rahatlıkla seçiliyordu. Karşı otobüsün içi ağzına kadar İsrail asker ve subayı ile doluydu. Hepimiz korkmuştuk, fakat şöförümüz bir hıristiyan Arap olan Adem, bacak bacak üstüne attı ve el frenini çekerek diğer otobüsün şöförüyle bakışmaya başladı. İki kovboyun düellosu gibiydi, kim geri adım atacak kim ötekine yol verecekti.
Adem hareketsiz bir vaziyette bekliyor, bizler Ademe yalvarıyorduk, ne olursun geri git, şunlara bulaşmayalım, yolumuza gidelim, namazı kaçırmayalım, ama ne mümkün Adem la la deyip duruyor. Hiç beklemediğimiz bir anda karşı otobüsten rütbeli biri indi ve bizim şöförle konuşmaya başladı tabi ne dediklerini anlamıyorduk ama tahmin edebiliyorduk. Bizim şöför Ademin hala ısrarla dediğinde direndiğini anlayabiliyorduk. Lafı uzatmayayım hiç beklemediğimiz birşey gerçekleşti karşı otobüs geri geri çıktı ve biz yolumuza devam ettik .
Adem yol hakkının kendinin olduğunu, onların haksız olduğunu bilahare bize anlattı. Yani biz haklıydık, dolayısıyla yolda bizim hakkımızdı. İnsan ister istemez Türkiye’mizde böyle bir olay olsa, bir otobüs asker veya polisle karşılaşsanız geri giden kim olurdu diye düşünmeden edemiyor .
Dünyanın en gaddar ve acımasız devleti kim derseniz İsrail derim ki burada bile, dikkat edin” güçlünün değil haklının güçlü “olduğunu görmek beni ülkem adına çok üzdü. Bir kızılderili atasözü geldi aklıma ; “Beyaz adam sürekli konuşuyor, bu yüzden kimseyi duymuyor” bizi duyan birileri olur inşallah… Ölmeden haklının güçlü olduğu bir Türkiye görmek dileğiyle…
Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına…