Malatya Türk Ocağı
Malatya Türk Ocağı olarak her Cuma akşamı gerçekleştirmiş olduğumuz sohbet programımızı bu hafta da gerçekleştirdik. Rabbimize şükürler olsun.
Bu hafta Türk Ocaklarının kuruluş yıldönümü, Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadetinin sene-i devriyesi ve Nevruz haftası olması münasebetiyle yoğun bir program oldu.
Türk Ocaklarının kuruluşunun 104. yılı münasebetiyle Ocak Başkanımız Nadir Günata bir konuşma yaptı. 104 sene evvel Türk milletinin makus talihini yenmesi için 190 tıbbiyeli öğrencinin devrin ilim adamlarına ve aydınlarına yazdıkları mektupla tutuşturulan Ocağımız Allah’a şükür bugünlere geldi, milletimizle birlikte sonsuza kadar da tütecektir inşallah dedi.
Türk Ocaklarının kuruluşu ile ilgili kısa bir sinevizyon gösterisi sonrası sözlerine devam eden Nadir Günata “Şu anda Türkiye’de sadece Türk Ocakları Genel Merkezi ve Malatya Türk Ocağı kendi binasında hizmet vermektedir. Malatya Türk Ocağına bu ayrıcalığı tanıyan Reşat Erdoğan’a huzurlarınızda tekrar teşekkürlerimi, şükranlarımı sunuyorum” dedi.
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu başta olmak üzere, vatanın bölünmez bütünlüğü için can veren tüm şehitlerimiz için yapılan Kur-an tilaveti sonrası eğitimci hocamız Adıgüzel Gökalp’in hazırladığı “NEVRUZ ve ERGENEKON” başlıklı sohbet programına geçildi. Nevruz’un 3000 yıldır yaşatılan ve yaşatılmakta olan bir Türk bayramı olduğunu belirten Hocamız çeşitli illerimizde ve dünyanın değişik yerlerinde kutlanılan Nevruz Bayramı ile ilgili pekçok görsel paylaştı. Ergenekon destanı ile ilgili bilgiler de veren Hocamız şunları söyledi;
“Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı ‘ndan bir parçadır. Türk Kavimleri ‘nden Göktürkler ‘i mevzu alır. Göktürkler ‘in var olma mücadelesini açıklamak ister. Türk İlleri’nde Göktürkler ‘e itaat etmeyen bir yer yoktu. Bunu kıskanan yabancı kavimler birleşerek Göktürkler ‘in üzerine yürüdüler. Maksatları öç almaktı. Göktürkler, çadırlarını, sürülerini bir yere topladılar. Çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince, vuruşma da başladı. On gün vuruştular. Göktürkler, üstün geldi. Bu yenilgiden sonra yabancı kavimlerin hanları ve beyleri av yerinde toplanıp konuştular. “Göktürkler ‘e hile yapmazsak akıbet işimiz yaman olur,” dediler…. Ve tan ağarınca, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar.
Göktürkler, “Bunların vuruşma güçleri bitti, kaçıyorlar“ deyip arkalarından yetiştiler. Düşman, Göktürkler ‘i görünce, birden döndü. Vuruşma sonunda düşman, Göktürkler ‘i gafil avlayıp, Göktürkler ‘i öldüre öldüre çadırlarına kadar gelirler. Çadırlarını ve mallarını yağmalarlar, Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirir, küçükleri kul ederler. Her düşman birini alıp götürür. Göktürkler ‘in başında İl Han vardı. Çocukları çoktu. Fakat bu uğursuz vuruşmada bir tanesi hariç, hepsi öldü. Kayı adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Han’ın Dokuz-Oğuz adlı bir de yeğeni vardı. Kayı ile Dokuz-Oğuz düşmana tutsak olmuşlardı. Fakat on gün sonra bir gece ikisi de kadınları ile beraber atlara atlayıp kaçtılar. Göktürk Yurdu’na geldiler. Burada düşmandan kaçıp gelen , Bir çok deve, at, öküz ve koyun buldular. “Dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. Gereği odur ki, dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım,” dediler.
Göktürkler, “Bunların vuruşma güçleri bitti, kaçıyorlar“ deyip arkalarından yetiştiler. Düşman, Göktürkler ‘i görünce, birden döndü. Vuruşma sonunda düşman, Göktürkler ‘i gafil avlayıp, Göktürkler ‘i öldüre öldüre çadırlarına kadar gelirler. Çadırlarını ve mallarını yağmalarlar, Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirir, küçükleri kul ederler. Her düşman birini alıp götürür. Göktürkler ‘in başında İl Han vardı. Çocukları çoktu. Fakat bu uğursuz vuruşmada bir tanesi hariç, hepsi öldü. Kayı adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Han’ın Dokuz-Oğuz adlı bir de yeğeni vardı. Kayı ile Dokuz-Oğuz düşmana tutsak olmuşlardı. Fakat on gün sonra bir gece ikisi de kadınları ile beraber atlara atlayıp kaçtılar. Göktürk Yurdu’na geldiler. Burada düşmandan kaçıp gelen , Bir çok deve, at, öküz ve koyun buldular. “Dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. Gereği odur ki, dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım,” dediler.
Dağa doğru sürülerini alıp göç ettiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine bir yoldu ki, bir deve veya bir at güçlükle yürürdü. Ayağını yanlış bassa yuvarlanıp parça parça olurdu. Göktürkler ‘in vardıkları yerde akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, meyveler, ağaçlar ve avlar vardı. Böyle bir yeri görünce Tanrı’ya şükrettiler. Hayvanlarının kışın etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye “Ergenekon” adını koydular. İki Göktürk Prensi ‘nin Ergenekon ‘da çocukları çoğaldı. Bu iki Hanın çocukları Ergenekon ‘da kaldılar. Pek çoğaldılar… Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki, Ergenekon ‘a sığmaz oldular. Buna bir çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki; “Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasından yol izleyip bulalım. Kurultay bu kararı alınca, Göktürkler, Ergenekon ‘dan çıkmak için yol aradılar, bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki; “ Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat madene benzer. Şunun demirini eritsek, belki dağ bize geçit verirdi “. Göktürkler, varıp demircinin gösterdiği dağ parçasını gördüler. Demircinin önerisi ile Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü altını,yanını böylece odun ve kömürle doldurduktan sonra, yetmiş deriden büyük körükler yapıp yetmiş yere koydular.
Odun-kömürü ateşleyip körüklemeye başladılar. Tanrı’nın gücü ve inayeti ile ateş kızdıktan sonra demir dağ eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününün, kutsal saatini bekleyip bu yoldan Ergenekon ‘dan çıkmaya başladılar. Bu kutsal gün, ondan sonra Göktürkler’de bayram oldu. Her yıl o gün gelince büyük tören yapılır; bir parça demir alınıp ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Göktürk Hanı kıskaçla tutup örse koyar, ondan sonra Türk Beyleri de böyle yapıp bu günü kutlarlar. Göktürkler ‘in Ergenekon ‘dan çıktıkları yedi düvele bildirilir. Tâ ki,eskisi gibi bütün iller Göktürkler ‘in buyruğu altına girecektir. Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı’nın bir parçasıdır ve Göktürkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı’nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır”.
Hocamızın sunumunun ardından Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili hazırlanmış ve içinde kendi sesinden “Üşüyorum” adlı şiirin bulunduğu bir sinevizyon gösterisi yapıldı.
ZİYARETÇİ YORUMLARI
BİR YORUM YAZ