24.11.2024 -Türkiye Son Habercilikte Son

Ölüm, ihaneti aklamaz. Ölüm halk düşmanlığını da aklamaz

Ölüm, ihaneti aklamaz. Ölüm halk düşmanlığını da aklamaz

Roni Margelies’in ölümü bile polemik çıkardı

Roni Margulies, geçtiğimiz gün hayatını kaybetti. Yaşarken olduğu kadar ölümü ile de polemik yarattı…

Bir süredir kanser tedavisi gören Devrimci Sosyalist İşçi Partisi üyesi, yazar, şair Roni Margulies, Çarşamba günü (19 Temmuz 2023) hayatını kaybetti.

Soner Yalçın 25 Eylül 2020 tarihli “FETÖ’nün solcuları” başlıklı yazısında Margulies hakkında şunları yazmıştı:

“Sadece sola sızan “Marksist” maskeli FETÖ müritleri yok…

Ayrıca FETÖ kumpaslarını topluma kabul ettirme görevi için eline kalem verilen solcular ortaya çıkarıldı; DSİP yöneticisi Roni Margulies gibi…

Bunların çoğunluğu 2007 – 2016 yılları arasında FETÖ’nün “sol” yayın organı Taraf Gazetesi’nde görev yaptı.

FETÖ’nün sol kamuoyunda kabul görmesi için hayli çaba gösterdiler. Ki çoğunluğu iberal sol çevrelerdi.”

Aydınlık yazarı Gözen Esmer, Margulies’in ölümüyle ortaya çıkan polemiği köşesine şöyle taşıdı:

“Ölüm, ihaneti aklamaz. Ölüm halk düşmanlığını da aklamaz Madımak Katliamı’nda elinde fırçasıyla direnen Altıok Metin bambaşkadır, Roni Marguliesler bambaşka yerde.

Çünkü ölüm Roni Margulies’i aklamaz. Margulies, 19 Temmuz 2023 günü yani iki gün önce hayatını kaybetti. Şairler, yazarlar, yayıncılar, editörler neredeyse sıraya girdi.

‘AÇIK BİR YARA GİBİ UTANDIRICI’

Şaşırtıcı olan, Margulies’e “iyi yürekli”, “vicdanlı” , “sosyalist” gibi yakıştırmaların yapılmasıydı. Her biri özel olan bu sözcükleri Margulies’le birlikte düşününce ne kadar da hafif geliyor.

Örneğin, artık “usta” isim olan Haydar Ergülen, “Roni Margulies de gitmiş, iyi şairdi, çok tartıştık şiir konusunda. İkisinin de devri daim olsun.” ifadelerini kullanmış. Attilâ İlhan’ın Hürriyet ve İstiklâl şiirindeki o deyişi geliyor aklıma, “açık bir yara gibi utandırıcı”

Gerçekten öyle. Cumhuriyet Devrimlerini ağzından düşürmeyen Ergülen, azılı Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olan Margulies’in devrinin daim olmasını diliyor.(1)

Neoliberal cenahın “ağbisi” Semih Gümüş Margulies için “sosyalist” sıfatını yakıştırmış. Sosyalist kime denir, kime denmez haberi var mıdır Gümüş’ün ya da ömründe hiç bir sosyalist devrimci partiye katılmış mıdır bilemeyiz ama Margulies’in sosyalist değil ancak Avrupalı, Yeşil Sol, Sosyal Demokrat olduğunu politik tavrından anlayabiliriz.

“Roni Margulies’i kaybettik. Çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Özel bir insandı, düşüncelerinden ödün vermez bir sosyalist, iyi bir şair, çevresine ışık saçan bir karakter, çok bilgili, görgülü, onunla konuştuklarımı başkasıyla konuşamayacağım bildiğim arkadaş.”(2)

“Sosyalist” Roni Margulies’i ABD fondaşı, ne kadar Türk ve Cumhuriyet Düşmanı kurum varsa içinde yer alan Hacer Foggo da unutmamış elbette.(3)

Bir dönem Aydınlık’ta da yazan, Cumhuriyetçi Atatürkçü tavrıyla tanıdığımız Tuna Kiremitçi de neoliberal kuyruğa takılmış. Politik tavrına değinmeyen Kiremitçi, Margulies’in bir şiirini paylaşmış.(4)

FETÖ’cü Emre Uslu da “rahmet” dileyenler arasında. (5)

Liste uzar gider. Ama insan düşünüyor Atatürk’e kefere diyen Mehmet Bekaroğlu’yla, DEVA’lı Mustafa Yeneroğlu’yla, Fethullahçı Emre Uslu’yla Haydar Ergülen’i, Tuna Kiremitçi’yi yan yana getiren şey ne ola?

Para mı, şan mı, şöhret mi, saflık mı, aforoz korkusu mu? Ölüm her şeyi sıfırlar dediğinizde bu soruları soramıyorsunuz. Çünkü o anda kör bir idealizmle bitiyor her şey.”

T24 yazarı Tolga Şirin, Margulies’in politik yanını şöyle yazdı:

“Politik olarak Roni

Roni Margulies, diğer tüm özelliklerinden önce kendisini bir “devrimci” olarak tanımlardı. Öyle ki az önce bahsettiğim edebi polemiklerde, muhatabının “önce reklamcı mı yoksa şair mi” olduğuyla ilgilenmediğini ironik bir dille yazar, fakat kendisinin “önce komitacı, sonra şair” olduğunu söylerdi.

Siyasi hayatının son anına kadar da “devrimci Marksist” olduğunu dile getirmekten geri durmadı. Antikalarla dolu evinin girişine, pazarda bulduğu paslanmış bir orak ve çekiç astığını hatırlıyorum.

Dünyanın çeşitli köşelerinde, çeşitli eylemlerdeki kişisel sohbetlerimizde, Türkiye’de pek az kişinin sahip olabileceği bir eğitim olanağına sahip olduğunu, dolayısıyla istese çok başka mevkilere gelebileceğini fakat bu eğitimi işçi sınıfı yararına yönlendirmeyecekse kendini borçlu ve suçlu hissedeceğini söylediğini iyi anımsıyorum. Hattâ dün gibi…

Roni, politik olarak da orijinal, yani kendine hastı.

Yahudi olmasına rağmen İsrail’i eleştirmekle kalmıyor, açıkça bu devleti işgalci görüyor ve yıkılması gerektiğini savunuyordu. Bu antisiyonizm yolunda, antisemitiklerle bile yan yana yürürdü. Hatta kendi cemaatinden sert tepkiler aldı ama buna aldırmadı.

Marksist siyasetin içinde de ana akımın dışladığı Troçkist çizgideydi. Fakat Troçkistlerin içinde de Troçki’yi en çok eleştiren; dolayısıyla, kimi Troçkistlerin de dışladığı bir hattı takip etti.

Sovyetler Birliği’ndeki rejimin Troçki’nin yazdığının aksine “dejenere bir işçi devleti” değil, düpedüz kapitalist bir devlet olduğunu savunan Tony Cliff’in (Ygael Glückstein) ekolündeydi. Bu ekol içinde Roni, özel mülkiyetin devletleştirilmesinin komünizm için gerek şart olsa da yeter şart olmadığını; bu ülkede işçilerin emeklerinin sömürüldüğünü ve işçi iktidarının (işçi demokrasisinin) bulunmadığını, dolayısıyla bu ülkenin olsa olsa “devlet kapitalizmi” sayılabileceğini savunuyordu.

Roni ve arkadaşlarına göre Stalin‘in karşı-devrimini, Troçki bile görememişti. Bu nedenle Sovyetler Birliği’nin yıkılması (diğer tüm kapitalist devletler gibi) gerekliydi.

Roni’nin İngiltere’deyken üniversitede tanıyıp takip ettiği bu çizgi, sonradan Türkiye’de bir fraksiyon buldu. Kimi eski Kurtuluş kadroları bu hareketin görüşlerini Sosyalist İşçi Gazetesi etrafında savundular. İşçi sınıfı dışındaki devrimci çarelere, bireysel terörizme, ikameciliğe karşı çıktılar. Kürt sorunu ve Kıbrıs sorunu gibi konularda ulusların kendi kaderini tayin hakkını ve devrimci yenilgiciliği savundular. Ortodoks biçimde “işçici” bir çizgi izlediler.

Türkiye’de yeterli karşılığı bulamamış olsa da bu hareket, 2000’li yıllara kadar teorik bir ısrarı temsil etti. Roni o yıllarda müstear isimle çok sayıda yazı yazdı. Kürt meselesi bağlamında dikkate alındılar, KESK vb. sendikalara bir ölçüde etki ettiler.

Fakat 2000’li yıllarla birlikte bazı şeyler değişti. Seattle, Prag, Nice, Quebeck, Göteborg’da kapitalist küreselleşmeye karşı arka arkaya eylemler baş gösterince bu yeni hareketin, “eski sol”u tasfiye edeceği ve yepyeni bir devrimci olasılık yaratacağı sanrısına kapıldılar. Birbirine hiç benzemeyen ve geçmişte yan yana gelemeyen çevrelerin, kapitalizme karşı bir “birleşik cephe” oluşturacağını düşündüler. Bu hareket kısa bir süre sonra Irak Savaşı’na karşı bir harekete dönüşünce önce Irak’ta Savaş’a Hayır Koordinasyonu, sonra Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu gibi yapıları da bir “birleşik cephe” gibi gördüler. Bu bağlamda en çok da politik İslam’ı önemsediler.

İşçilerin, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy verdiğini, işçi sınıfıyla buluşmanın bu İslamcılarla ittifak kurmaktan geçtiğine inandılar. Kemalizmi, Stalinizme benzetip her türlü anti-Kemalist hareketle yan yana gelmeyi bir strateji meselesi kıldılar.

Tüm bu süreçlerde Roni, söz konusu adımları teorize eden isimlerden biriydi. Fakat bu teoriler, Türkiye’ye Londra’dan bakan (örneğin İslamofobiyi bağlamdan kopuk biçimde kategorik olarak ırkçılık gören) bir perspektifi temsil ediyordu.

İslamcılarla ittifaka dönük ısrar öyle bir yere vardı ki (sık kullandığı jargonla) “Kemalist askeri vesayet”in yıkılışına “devrimci olasılıklar” için omuz verme saplantısı, gitgide AK Parti ile daha çok yaklaşmalarını beraberinde getirdi. (Suriye savaşında da “Özgür Suriye Ordusu”nu bu nedenle çok yanlış okudu.)

O yıllarda Kemalizme karşı en çok yazan isimlerden biri Roni oldu. Öyle ki bu biriken yazılarını sonradan “Larda Yüzen Alsancak” (Kanat Kitap, 2007) isimli bir kitapta topladı. “Eski sol” olarak gördüklerine o kadar çok vurdu ve alaya aldı ki solcular onu, üzerine yeşil boya atarak protesto ettiler. Hakeza, “çubuğu” bu kadar bükmesinin karşılığı, 2010 anayasa değişikliği referandumundan sonra bizzat Recep Tayyip Erdoğan‘ın canlı yayında “yetmez ama evet” kampanyasından mütevellit teşekkürü ve saray sofrasına daveti oldu. Bu daveti ve teşekkürü reddetmedi, İslamcılığın dümen suyuna girdi.

“Askeri vesayet”i güya yıkma yolunda, şeriatçılığın yükselişine “dur” diyemediği gibi, bu süreçlerde herhangi bir özeleştiri emaresi de göstermedi. Bu nedenle de hayatını devrimci mücadeleye adamış diğerkâm biri olmasına rağmen, pek çok solcu nezdinde adının peşi sıra sıralanan bu eleştirilere tutarlı bir yanıt vermedi. Kendisinin ve çevresinin, soldaki zaten ihtilaflı olan politik muteberliği, yerle yeksan oldu.

Tüm bunlardan, tabii ki işçi sınıfının haberi bile yoktu.

Bugün vefatından sonra, onun “iyi” bir insan, “iyi” bir şair olması dahi, politik eleştirilerin yoğunluğu karşısında bu aşınma ve meşruluk yitimi sorununu aşmasına yetmiyor.

Ne acı…

Özetle Türkiye’de solun kaybetmesine soldan katkı sunanlardan; ağaca vurulan baltanın sapı olanlardandı. Günahı hiç az değil.”

Kaynak:Odatv.com

Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.