20.09.2024 -Türkiye Son Habercilikte Son

Siyonizm

Siyonizm

29 Ağustos 1997; tarihi kayıtlara geçen ilk siyonist kongrenin başlamasının yüzüncü yıldönümüdür. İsrail işgal rejimi de bugünlerde Siyonizmin 100. yılını kutlamak için çeşitli programlar düzenliyor. Gerçekten insanlık tam yüz yıldır bu siyonizm canavarının pençesinde. I. ve II. Dünya Savaşları’nın arka planını kurcaladığımızda bu siyonizm canavarının gizli bir rolüyle karşılaşıyoruz. Osmanlı devletinin yıkılmasında da önemli rolü oldu siyonizmin. Şimdi ise işgal ettiği topraklar üzerinde tam bir dehşet saçıyor, bütün insanlık açısından yüz karası olacak vahşet manzaraları sergiliyor. Ama buna rağmen yine de “siyonizm” ideolojik alanda ilk adımını atmasının yüzüncü yılını ihtişamlı törenlerle kutlamaya çalışıyor.

29-31 Ağustos 1897 tarihlerinde İsviçre’nin Basel şehrinde ilk siyonist kongre toplanmıştı. Bu kongrenin toplanması için çağrıyı yapan, organizasyonu oluşturan ve kongreye başkanlık eden kişi de siyonizm ideolojisinin babası olarak bilinen Teodor Hertzl’di.

Siyonizm bir fikri ve siyasi akım olarak, Basel konferansından sonra kendini göstermeye başladı. Siyonizmin ilk toplantısında belirlemiş olduğu ana hedef dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış olan yahudileri bir araya getirecek bir yurt bulmak ve böyle bir yurt üzerinde bir yahudi devleti kurmaktı. Çeşitli tekliflerden sonra planlanan yahudi devletinin Filistin toprakları üzerinde kurulmasına ve yahudilerin gruplar halinde bu topraklara yerleştirilmesi için çalışılmasına karar verildi.

Siyonizm hareketi, görünüşte Avrupa’daki yahudi düşmanı (antisemitist) hareketlere ve özellikle devletlerin yahudiler üzerindeki baskılarına bir tepki olarak ortaya çıktı. Bu anti-semitist akımlar siyonizm ideolojisini geliştirenlerde yahudiler için bir yurt arama eğilimi ortaya çıkardı. Yurt konusunda çeşitli öneriler ortaya atıldı. Ancak toplantılarda yahudilerin rahatlarına düşkün oldukları dile getirilerek onları teşvik etmekte kullanılacak bir unsur olmadığı sürece bir yerden bir yere göç etmelerinin sağlanamayacağı ifade edildi. Daha sonra teşvik konusunda dini unsurlardan yararlanmanın en isabetli yol olacağı, bunun gerçekleştirilebilmesi için de Filistin topraklarının seçilmesi gerektiği, çünkü yahudilerin geçmişte atalarının buralarda ikamet ettiği, aynı zamanda buralarda yahudi dinine göre kutsal bazı mekanlar olduğu vurgulandı. Böylece yurt olarak Filistin topraklarının seçilmesi kararlaştırıldı.

Yani siyonistler, dünya yahudilerinin toplanacağı yer olarak Filistin’i seçmekle bir bakıma, yahudileri belli bir toprak parçasına göç etmeye teşvik etmek amacıyla yahudi dininin literatürünü ve kutsal saydığı bazı şeyleri istismar etmeye karar vermiş oluyorlardı. Normalde yahudilerin ellerindeki kaynaklarda Filistin toprakları ve çevresi (“Şam diyarı” veya bir diğer nitelendirmeyle “iki nehir arası”) “vaadedilmiş topraklar” olarak kabul edilmektedir. Ancak bu topraklara geri dönülmesi için Mehdi’nin beklenmesi gerektiği, Mehdi çıktıktan sonra o topraklara geri dönüleceği vurgulanmaktadır. İşte siyonizm bu Mehdi inancını rafa kaldırarak onun gelmesini beklemeden geri dönüşü hızlandırma çabası içine girmeye, bunun için de yine yahudi kaynaklarını kullanmaya karar vermiş oluyordu. Nasıl olsa yahudiler tarihlerinde bu tür tahrifatlara alışmıştılar. Buna rağmen “ortodoks yahudiler” olarak nitelendirilen kesim yine de bu “Mehdi inancı” nın basite alınmasına kızıyor ve bugünkü İsrail’i bir yahudi din devleti olarak kabul etmeme konusundaki ısrarlarını sürdürüyorlar. Onlara göre gerçek İsrail, Mehdi geldikten sonra kurulacak. Böyle düşünmelerine rağmen yine de siyonistlerin işgal ettikleri Filistin topraklarına göç etmekten çekinmiyorlar. Hatta Filistinli Müslümanlara en çok saldırıda bulunanlar onlar oluyor. Böyle olmasının en önemli sebebi ise onlardaki “ari ırk” düşüncesidir.

Siyonizm Bir Tür Irkçılıktır

Geçtiğimiz yıllarda Adil Ka’dan adlı bir Filistinlinin yeşil hat içinde kalan bölgede (yani BMkararlarında İsrail toprağı olarak gösterilen mıntıkada) yahudi mahallesinden ev almasına izin verilmedi. Adil Ka’dan’ın yahudi mahallesinden ev almasına engel olunmasına gerekçe olarak Arap asıllı olması gösterildi. Yahudi mahallesinden ev almasının engellenmesi karşısında adeta çarpıldığını ifade eden Adil Ka’dan bu uygulamanın tamamen ırkçı bir anlayışı yansıttığını ifade etmişti.

Kendisi de İsrail vatandaşı kimliği taşıyan ve bir İsrail hastanesinde sağlık görevlisi olarak çalışan Adil Ka’dan olayı şöyle anlatıyordu: “Gazete ilanlarından, yeşil hat içinde kalan şehirlerden Ummu’l-Fahm’ın yakınındaki Ketsir beldesinde yahudi mahallesinde satılık boş daireler olduğunu Öğrendim ve bunlardan birini satın almak istedim. Ancak benim Arap olduğumu öğrenince bana: “Sen iyi bir adamsın. Ama Arap asıllı olduğun için biz seni burada aramıza alamayız” dediler.”

İsrail parlamentosunun (Knesset’in) Arap asıllı üyelerinden Salih Selim de olayla ilgili bir açıklama yaparak: “Bu olay yahudi toplumunda Araplara karşı açık bir ırkçı anlayışın hakim olduğunu göstermektedir. Bu topraklar asıl itibariyle Arap toprağıdır. Buralarda ikamet etmek bizim hakkımızdır. Çünkü buralar bizim babalarımızın ve dedelerimizin toprağıdır. Ka’dan’a daire satılmasının reddedilmesi devam eden barış çabalarına rağmen yahudi toplumunun Araplar karşısındaki düşüncelerinin ve eğitim tarzının değişmediğini ve onlarla bir arada yaşamalarının mümkün olmadığını göstermektedir” dedi.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Kasım 1975 tarihinde çıkarmış olduğu 3379 nolu kararıyla siyonizmin bir tür ırkçılık ve ırk ayrımı politikası olduğunu tescil etmişti. Ancak daha sonra ABD’nin eski başkanı Georges Bush’un, ABD’deki yahudi lobisinin ve merkezi Türkiye’de olan 500. Yıl Vakfı’nın özel gayretleri sonucu bu karar ilga edildi. Ne var ki gelişmeler siyonizmin ırkçı niteliğinin değişmediğini, özellikle Filistin topraklarına yerleştirilmiş olan siyonistlerde ırkçı anlayışın daha belirgin bir şekilde kendini gösterdiğini ortaya koyuyor.

Siyonizmin Günah Dosyası Kabarık

Siyonizm bir ideoloji kimliğine büründükten sonra kendisi için belirlediği hedeflere ulaşmak için sürekli şiddet ve terör metotlarını kullandı. Bu açıdan siyonizmin günâh dosyası oldukça kabarıktır.

Siyonizmin ürünü olan İsrail, terör örgütlerinin kurmuş olduğu bir devlettir ve bu devletin şimdiye kadar işbaşına gelmiş olan yöneticilerinin çoğu bu örgütlerden yetişmişlerdir. İngilizlerin Filistin topraklarını işgal etmelerinin (1918) hemen ardından bu topraklara akın etmeye başlayan siyonist yahudiler ilk terör örgütlerini de 1920 yılında kurmuşlardı. Bu terör örgütünün adı Hagana’ydı. Bunun ardından diğer siyonist terör örgütleri de kuruldu. Bunların en ünlüleri Irgun ve Lahome Herut adlı örgütlerdi. Bu örgütler hem Filistin’de yaşayan Müslümanlara karşı, hem de kendilerine Filistin’in kapılarını açan İngiliz işgal kuvvetlerine karşı terör eylemleri düzenliyorlardı. Bu örgütler tarafından gerçekleştirilen terör eylemlerinde çok sayıda insan öldürülmüştür. Bu örgütlerin gerçekleştirdiği terör eylemlerini tek tek anlatmak için sözü bir hayli uzatmamız gerekir. Biz sadece birkaç tanesini zikredeceğiz.

Kral Davud Oteli’nin Havaya Uçurulması

Bu eylem Irgun terör örgütünün militanları tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu olayda 96 kişi öldü, 45 kişi de yaralandı. Ölenlerin 17’si de yahudiydi. Irgun militanları bu oteli örgütlerine ait bazı eylem planlarının bu otele götürülmesi dolayısıyla vesikaları yok etmek amacıyla havaya uçurmuşlardı.

Deir Yasin Katliamı

9 Nisan 1948 tarihinde yine Irgun terör örgütüne bağlı militanlar sabaha doğru Kudüsyakınlarındaki Deir Yasin köyüne baskın düzenlediler. Bu baskında yaralı olarak kurtulabilen birkaç kişi dışında bütün köy halkı öldürüldü. Öldürülenlerin çoğu kadın ve çocuktu. Yahudi teröristler hamile bir kadının karnını yararak karnındaki çocuğu da öldürmüşlerdi. Teröre şahit olanların anlattıklarına göre yahudi teröristler bu baskında kadınların kulaklarını kesiyor, kulaklarındaki küpeleri alıyor sonra öldürüyorlardı.

Kibya Katliamı

12 Ekim 1958 gecesi Ariel Sharon komutasındaki “Birlik 101” adını taşıyan 500 kişilik yahudi komando birliği Batı Yaka‘da bulunan Kibya adlı Filistin köyüne baskın düzenleyerek 67 kişiyi öldürdü, 75 kişiyi de yaraladı. Baskında 45 ev de enkaz haline getirildi. Yahudi teröristler aynı gece iki Filistin köyünü de ateşe verdiler.

Kefer Kâsım Köyü Katliamı

İsrail, Fransa ve İngiltere’nin işbirliği yaparak Mısır’a ortak saldırıda bulunmalarıyla başlayan 1956 Süveyş Savaşı’nın hemen başlangıcında 28 Ekim 1956 akşamı gerçekleştirilen bu katliamda bir köyün ahalisi çocuklarıyla birlikte tamamen yok edildi.

Sabra ve Şatilla Katliamı

Sabra ve Şatilla katliamı siyonist İsrail askerlerinin 1982 yılında Lübnan’ı işgal ettikleri tarihte gerçekleştirilmiştir. Katliam, İsrail kuvvetlerinin başkomutanı Ariel Sharon’un gözetimi ve koruması altında Lübnanlı hıristiyan falanjist milisler tarafından gerçekleştirildi. Bu katliamda toplam 991 kişi öldürüldü. Bunlardan sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi.

Kudüs Katliamı

8 Ekim 1990 Pazartesi günü gerçekleştirilen bu katliamda, 30 Müslüman şehid edildi, birçoğu ağır olmak üzere 800 Müslüman da yaralandı. Siyonist yönetim bu kadarla da kalmayıp zulme uğrayan yüzlerce Müslümanı tutukladı ve zincirlere vurarak bütün insanlık adına utanç verici bir görüntüyle tutuklu kamplarına götürdü.

Hz. İbrahim Camisi Katliamı

25 Şubat 1994 Cuma günü Müslümanların sabah namazını kılmakta oldukları bir sırada siyonist yahudilerin Hz. İbrahim Camisi’ne düzenledikleri saldırıda 67 Müslüman şehid edildi, 300’e yakın Müslüman da yaralandı.

Teröristlerin Yönettiği Bir Ülke: İsrail

İşin gerçeğinde İsrail bir devlet sıfatından çok siyonist terör örgütlerinin bir bileşkesi niteliği taşımaktadır. Yani İsrail artık siyonizmin örgütlü bir yapısı niteliğindedir.

BM, Filistin topraklarının bölünmesine dair karar aldığında Filistin topraklarına yerleştirilmiş olan yahudilerin eğitim görmüş silahlı yetmiş beş bin militanı bulunuyordu. Bu silahlı militanların mevcut yahudi terör örgütlerine göre dağılımı şöyleydi: Hagana: 60 bin, Balamah: 5 bin, Irgun: 5 bin, Şatiron: Bin. Diğer dört bin terörist de diğer terör örgütlerine mensuptu. İşte İsrail bu terörist militanlar tarafından kurulmuş ve yöneticileri de onların arasından çıkmıştır.

Adı geçen terör örgütleri siyonist İsrail’in kurulmasından önce birbirinden ayrı gruplar halinde hareket etmelerine ve zaman zaman birbirlerine karşı tavır alıyormuş gibi görünmelerine rağmen İsrail’in kuruluşu aşamasında tam bir işbirliği içine girdiler. Kuruluşun gerçekleşmesinden sonra da tamamen birleştiler. Bu durum onların başlangıçtaki ayrılığının bir taktik olduğunu, bazı çevreleri yanıltmak, birinin işlediği eylemden diğerinin sorumlu tutulmamasına fırsat vermemek ve buna benzer sebepler dolayısıyla böyle hareket ettiklerini ortaya çıkardı.

İsrail’in ilk başbakanı Ben Gurion 1945 yılında siyonist terör örgütleri arasında ortak koordinasyon kurulmasını sağlayan kişidir.

Camp David anlaşmasının imzalandığı sırada İsrail başbakanı olan ve İsrail adına bu anlaşmaya imza atan Menahem Begin 1943’ten itibaren Irgun terör örgütünün liderliğini yapmıştır. Deir Yasin katliamı ve Kral Davud Oteli’nin havaya uçurulması eylemleri onun militanları tarafından gerçekleştirildi. Irgun terör örgütü bunların dışında da pek çok terör eylemi gerçekleştirmiştir.

İsrail’in Menahem Begin’den önceki başbakanı bayan Golda Meir 16 yaşından itibaren siyonist örgütler içinde faaliyet göstermiş biridir. Bayan Meir, Ben Gurion’un terör örgütlerinde faaliyette bulundu. Filistin’de İsrail’in kuruluşundan önce oluşturulan Yahudi Konseyi’nin ileri gelenlerindendi.

Beyrut kasabı lakabıyla ünlü olan İsrail’in eski savunma bakanı ve şu anki Altyapı bakanı Ariel Sharon, Kibya katliamı ile Sabra ve Şatilla katliamının sorumlusudur. 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail kuvvetlerinin başında Ariel Sharon bulunuyordu.

Uzun bir süre Kudüs belediye başkanlığı yapmış olan Teddy Kollek, İsrail’in kuruluşundan önce pek çok kanlı terör eyleminin sorumlusu olan Hagana örgütünün ileri gelen elemanlarındandı. Kollek aynı zamanda bir silah tüccarıydı.

İsrail’in Şimon Peres’ten önceki başbakanı ve kendisi de yahudi terörünün kurbanı olan İzak Rabin 18 yaşında Gizli Palmach Ordusu’na katıldı. 1948 Savaşı’nda Kudüs çevresindeki önemli çatışmaların komutanlığını yaptı. 1964 yılında İsrail’in genelkurmay başkanı oldu. 1967 Savaşı’nda da genelkurmay başkanlığı görevi Rabin’deydi.

Bunlar birkaç örnek. Hepsi bu kadar değil elbette. İsrail üst kademe yöneticilerinin büyük çoğunluğunun hatta tamamının terör örgütlerinden yetişme olduklarını söylersek yanlış olmaz.

Günümüzde Siyonizm Tehdidi

Siyonizm, ideolojik yapılanma için ilk adımını attığı 1897’de kendisi için iki önemli hedef belirlemişti: Birincisi: Diasporadaki yani dünyanın değişik yörelerine dağılmış durumdaki yahudileri belli bir toprak parçası üzerinde ve yahudilerin yönetecekleri bir devletin gölgesinde toplamak. İkincisi: Büyük İsrail’i kurmak. Bilindiği üzere iki nehrin arası yani Fırat ve Nil arasında kalan toprakların tamamı siyonizme göre Büyük İsrail topraklarıdır.

İsrail işgal rejiminin kurucularının ve şu ana kadarki yöneticilerinin tamamı siyonizm ideolojisinin fikirleriyle beslenmiş ve bu fikirleri yürekten benimsemiş kimselerdir. Dolayısıyla onların siyonizmin en büyük ideali olan “Büyük İsrail” idealinden vazgeçmeleri mümkün değildir. Fakat ortada birtakım strateji ve siyaset numaraları söz konusu olabilir. İşte son zamanlarda sözde “barış”ın gölgesinde yürütülen çabalar da bir strateji ve siyasettir.

Siyonistler dünya kamuoyuna ve özellikle de birtakım Arap rejimlerine “barış” narkozu verdikten sonra söz konusu büyük ideallerine doğru hızla ilerlemeye çalışıyorlar. Örneğin 1994’te imzalanan Vadi Araba anlaşmasından sonra Ürdün’de yahudilere gayri menkul satılmasını yasaklayan kanun ilga edildi. Bunun yanı sıra onlara Ürdün’ün içinde istedikleri gibi şirket kurma, kurulan şirketlere ortak olma, özelleştirilen kamu iktisadi kurumlarını satın alma, ürünlerini istedikleri gibi pazarlama vs. hakları tanındı. Siyonistler 1918 İngiliz işgalinden sonra Filistin’e de aynı yollardan girmemişler miydi? Filistin’de mülk edinme, iktisadi alanları ele geçirme vs. işlerini İngiliz işgalinin gölgesinde gerçekleştiriyorlardı.

Ama geçmişte İngiliz işgal yönetiminin yahudilere sağladığı imkân ve fırsatları bugün Ürdün topraklarında “Ürdün Haşimi Krallığı” sağlıyor. Görünüşte Ürdün toprakları işgal altında değil. Ama dün İngiliz işgal yönetiminin Filistin topraklarında yaptığını bugün Kral Hüseyin Ürdün’de yapıyor.

Bilindiği üzere Türkiye de siyonist devletle pek çok alanda işbirliği anlaşmaları imzaladıktan sonra son olarak İsrail ürünlerine gümrük muafiyeti getirdi. Aldığımız haberlere göre bundan sonra İsrail vatandaşlarına Türkiye’de istedikleri gibi şirket kurma, şirketlere ortak olma ve gayri menkul edinme hakları tanınması planlanıyor. Yani Vadi Araba anlaşmasından sonra çıkarılan kanunlardan sonra Ürdün’ün sağladığı imkânların aynısı.

“Büyük İsrail” ideali Türkiye topraklarının da bir bölümünü tehdit ediyor. Siyonistlerin özellikle GAP bölgesine yakın ilgi göstermeleri, Fırat kıyısında ayin yapmaya varıncaya kadar işi ileri götürmeleri boşuna değil elbette. Bundan birkaç yıl önce askeri istihbarat raporlarında siyonizmin Türkiye’yi tehdit eden tehlikeli ideolojik akımlardan biri olduğu dile getiriliyordu. Ama şimdi siyonizme kapıların sonuna kadar açılması için yoğun bir çaba harcanıyor.

Hiç kimse göstermelik “barış” masalından sonra siyonizm tehlikesinin ortadan kalktığını sanmasın. Siyonistler Amerikan desteğiyle bölgede ciddi bir tehdit unsuru olmaya çalışıyorlar. Siyonizm tehlikesi gittikçe yayılıyor. Akıllarını kullananlar lütfen, siyonistlerin Filistin topraklarını nasıl işgal ettiklerini, bu topraklarda belli bir güç elde ettikten sonra neler yaptıklarını dikkatlice incelesinler. Sonra da o zaman izledikleri politikayla bugün izledikleri politika arasında bir karşılaştırma yapsınlar. O zaman siyonizm tehlikesinin ciddiyet ve ehemmiyetini daha iyi anlayacaklardır.

“Ekonomik Yönden Büyük İsrail” Birinci Merhale

Siyonistlerin “Büyük İsrail” emellerinden vazgeçmediklerine ve vazgeçmelerinin de mümkün olmadığına yukarıda işaret etmiştik. Ancak bu emellerine birkaç merhalede ulaşmayı hedefliyorlar. İşte “Ekonomik Yönden Büyük İsrail” projesi söz konusu emele ulaşmada birinci merhale olarak görülüyor.

Şu bir gerçek ki, İsrail diye bir devletin ortaya çıkmasında birtakım kişisel çıkarlara ve mevki hesaplarına dayanan hıyanetlerin önemli rolü olmuştur. Bugün İsrail’in bölgede ekonomik hâkimiyet kurma yolundaki hedefini de liderlerin aynı zaaflarını kullanarak gerçekleştirmeye çalıştığı görülüyor. Mevcut İsrail yönetimi bölgede ekonomik ve dolayısıyla siyâsi bir hâkimiyet kurabilmek için Yeni Ortadoğu Düzeni adıyla bir teori ortaya attı. Bu teorinin pratiğe geçirilmesi için de ilk adımlar, Fas’ın Kazablanka (ed-Dâru’l-Beyzâ) şehrinde 30 Ekim-1 Kasım 1995 tarihleri arasında düzenlenen Ortadoğu ve Kuzey Afrika I. Ekonomi Zirvesi’nde atıldı. Bunun ikincisi bir yıl sonra Ürdün’ün başkenti Amman’da gerçekleştirildi.

İsrail’e yakınlığıyla bilinen Dünya Ekonomik Forumu’nun organize ettiği Ortadoğu ve Kuzey Afrika I. Ekonomi Zirvesi’ne Fas’ın ev sahipliği yapması bir tesadüf değildi. Fas kralı II. Hasan’ın, iç politikası gereği İsrail’le resmi diplomatik ilişkileri başlatmış olmamasına rağmen siyonist yönetimle çok yakın ilişkiler içinde olduğu, ayrıca kendi ülkesindeki yahudilere çok geniş imkânlar tanıdığı ve hükümetinde en azından bir yahudi bakana yer verdiği bilinmektedir. Sözü edilen zirvede, Fas kralı II. Hasan’ın yeni bir Şerif Hüseyin rolüne soyunduğu görünüyordu. Şerif Hüseyin İsrail’in kurulabilmesi için İngiliz işgalcilerle işbirliği yapmıştı. Kral II. Hasan da “Ekonomik Yönden Büyük İsrail” in kurulabilmesi için siyonist liderlerle işbirliği yapıyordu.

Kazablanka’da düzenlenen Ekonomi Zirvesi’nin ana gündemini o zaman İsrail dışişleri bakanı olan Şimon Peres’in yıllardan beridir üzerinde durduğu bir “Ortadoğu Ortak Pazarı” kurulması projesi oluşturuyordu. Şimon Peres, Ortadoğu Ortak Pazarı projesini İsrail’in Ortadoğu ve İslâm ülkelerine açılabilmesi, bu ülkelerin pazarlarına girebilmesi için zorunlu görüyor ve bu projeye İsrail’in topraklarını genişletme projesinin alternatifi olarak bakıyordu. İşte Kazablanka zirvesinde böyle bir ortak pazarın temel unsurlarının neler olabileceği, bu projenin nasıl uygulamaya geçirilebileceği, özelde Ortadoğu genelde tüm İslâm ülkeleri arasında ekonomik entegrasyona nasıl gidilebileceği konuları üzerinde duruldu. Ancak bu çerçevede gündeme getirilen projelerin hep İsrail merkezli olması dikkat çekiyordu. Örneğin Ortadoğu Ortak Pazarı’nın altyapısını oluşturacak projeler arasında gündeme getirilen Ortadoğu Kalkınma Bankası projesi incelendiğinde, bu isim altında İsrail kontrolünde bir Ortadoğu Para Fonu kurulmasının amaçlandığı görülür. Gündeme getirilen destek projelerin de tamamı İsrail’e endeksliydi. Örneğin bölge turizminin geliştirilmesiyle ilgili destek projesinde Tel Aviv’le bütün Arap ülkelerinin başkentleri arasında doğrudan uçak seferlerinin düzenlenmesi öngörülüyordu. İsrail, Körfez petrolünü hakimiyetine almak için de buradan çıkarılan petrolün borularla işgal altında tuttuğu topraklar üzerinden Akdeniz’e aktarılmasına dair projeler ortaya koydu. Kazablanka’daki ekonomi zirvesine katılan İslâm ülkelerinin yöneticileri çoğunlukla İsrail’e endeksli bu projelere yakın ilgi gösterdiler. Bu ilgi de büyük ölçüde söz konusu yöneticilerin ABD desteğine olan ihtiyaçlarından kaynaklanıyordu.

Olayın bir de ülkemizle ilgili boyutu var. O zaman T. C. başbakanı olan Çiller’in yukarıda sözünü ettiğimiz zirvenin hemen arkasından 3 Kasım 1994 tarihinde büyük bir neşe ve sevinç içinde kanatlarını açarak İsrail’e uçması ve orada: “Vaadedilmiş topraklarda oturmak hakkınızdır” sözünü sarf etmesi Kazablanka’da oluşan siyasi havanın yönlendirmesinden ileri geliyordu. Türkiye’yle İsrail arasındaki ilişkilerin bu zirveden sonra çok hızlı bir şekilde geliştiği, son olarak işin gümrük muafiyetine kadar getirildiği biliniyor. Türkiye bu politikasıyla siyonistlerin coğrafi yönden Büyük İsrail emeline ulaşabilmek için birinci merhale olarak gördükleri “Ekonomik Yönden Büyük İsrail” projesine gözü kapalı bir şekilde destek vermektedir. Oysa siyonistlerin “Büyük İsrail” emelleri Türkiye’yi de ciddi şekilde tehdit etmektedir.

Siyonistler “Ekonomik Yönden Büyük İsrail”le Yetinirler mi?

Siyonistlerin gözleri hep ilerdedir. Irkçı bir anlayışa sahip olduklarından kendi ırkdaşları dışında kimseye acımazlar. Dolayısıyla onlar için amaca götüren her yol meşrudur. Bu itibarla onların asıl amaçları 100 yıl önce hayalini kurdukları coğrafi yönden “Büyük İsrail” projesini gerçekleştirmektir. Ekonomik güç onlar için asıl amaca götürmesi umulan bir araçtır ve “Ekonomik Yönden Büyük İsrail” emelinin gerçekleştirilmesi de yukarıda da söylediğimiz gibi sadece bir merhaledir.

Bu açıdan baktığımızda siyonizmin hâlâ başta Türkiye dahil Yakın Doğu ülkeleri olmak üzere bütün insanlık için ciddi bir tehdit unsuru olmaya devam ettiğini görürüz. İnsanlık siyonizm canavarından kurtulmadan huzura kavuşamaz. Bu canavarın ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için özellikle siyonizmin ideolojik kisveye büründüğü 1897’den buyana yaşanan olayları çok iyi irdelememiz gerekiyor.

Sonuç

Siyonizm şimdi zulüm, vahşet ve katliamlarla dolu yüz yılının muhasebesini yapmak yerine 100. yılında ABD vasıtasıyla dünyaya yön vermenin sevinci içinde çılgınca kutlamalar düzenliyor. Kutlamalarını da yine insanların kanları üzerinde dans ederek ve onların hıçkırıklarını müzik sesi gibi algılayarak yapıyor. Bir yandan da “Büyük İsrail” hedefini gerçekleştirmek için hızlı adımlarla ilerlemeye çalışıyor. Bazı siyonistler şu an gelinen noktaya bakarak yirminci yüzyılı “siyonizm asrı” olarak nitelendirmekten de çekinmiyorlar. Ancak biz inanıyoruz ki 21. yüzyıl da siyonizmin çöküşüne, İslam adaletinin dünyayı kuşatmasına şahit olacaktır. İnsanlık da ancak İslam adaletinin yeryüzüne hükmetmesiyle huzura kavuşacaktır. Karanlığı ışık, zulmü adalet ortadan kaldırır. Siyonizm karanlık ve zulüm, İslâm ise bir ışık ve adalettir.

Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ