Yalan ve hırsızlık üzerine bir hikaye
Sağlığında babamın bize bir öğüdü vardı; ‘Çocuklar yalan söylemeyin’ derdi. ‘Yalan tüm kötülüklerin kaynağıdır’ diye nasihat ederdi.
Çocuk dimağımız, babamızın yalanın ne mene bir illet olduğu uyarılarıyla donandı.
Birilerine ‘yalancının teki’ demesiyse, onun hakkında verilmiş en kötü hüküm olurdu. Bizim de yalancıdan uzak durmamızı isterdi.
Bir de böyle zamanlarda anlattığı bir hikaye vardı.
Medine’de sokaklara musallat olmuş üç kafadar hırsız varmış.
Kimse kapının önüne bir şey bırakamaz olmuş. Dahası, açık kapı gördüklerinde dalıp gözüne kestirdiklerini aşırıyorlarmış. Birinin kuzusu, ötekinin tavuğu, diğerinin devesi… Kaşla göz arasında yok olurmuş.
Fakat bir türlü ispat edemiyorlarmış. Herkes üç kafadarın hırsız olduğunu biliyor. Tüm ahali üç hırsızdan ilallah etmiş, ancak hırsızlar yemin billah edip, birbirlerini şahit gösterip, her defasında aklanıyorlarlamış! Bu arsız, yüzsüz, utanmaz kafadarların namı her tarafı kaplamış.
Sonunda bir heyet toplanıp, baş edemedikleri hırsızları Peygambere şikayet etmeye karar vermişler. Gidip durumu anlatmışlar. Muhammed Peygamber heyeti dinlemiş. Sonra, şikayetçi olunan üç kafadar hırsız huzura çağırılmış. Peygamber hal hatır sorduktan sonra, Medine’de kendilerinden şikayetçi olmayan tek hanenin kalmadığını, herkesin kendilerinden yaka silktiğini, kimsenin malını güvende hissetmediğini, tüm bu çalma çırpma işlerini neden yaptıklarını, bunun suç olduğunu, günah olduğunu anlatmış. Hırsızlar sırsıyla söz almışlar. Dilleri pabuç gibi. Yalanda üzerlerine yok.Yemin billah etmişler. Peygamber, hırsızların bu işten vazgeçmeyeceklerini, hiçbir gücün onları hırsızlık yapmaktan alıkoyamayacağı kanaatine varmış ve hırsızlara bir öneride bulunmuş. ‘Yalan söylemeyin’ demiş. Hırsızlık üzerine söz söyleyip, onları ikna etmenin imkansızlığıyla uğraşmaktansa, onları yalan söylememeye ikna etmenin daha kestirme bir yol alacağını düşünmüş ve ‘yalan söylemeyin’ deyip, onların yanıtını beklemiş.
Söz vermiş hırsızlar. Ve mesleklerine devam edebilecekleri hesabıyla ayrılmışlar. Ertesi gün komşulardan biri Peygambere üç kafadarı hırsızlıktan şikayete gelmiş. Peygamber üç kafadarı yeniden çağırtmış, huzura gelmişler.
Bir kez daha yalan üzerine konuşmuş, yaptıkları anlaşmayı hatırlatmış ve yalan söylemeden durumu izah etmelerini istemiş. Üç kafadar sırasıyla çözülmüş. Konuştukça, nasıl çaldıklarını, neden çaldıklarını ve nasıl pay edip yediklerini anlatmışlar. Ancak bu günden sonra yalan söylemeden hırsızlık yapılamayacağını anlamışlar ve böylece, hırsızlık yapmaktan da vazgeçmişler.
Babam bize, ‘Yalan söyleyen her şeyi yapar. Yalan tüm kötülüklerin kaynağıdır’ derdi.
Şimdi yalanın devlet katında her tarafı kapladığı bir dönemden geçiyoruz. Baştakiler yalanın şahı!
Medya yalan makinesi haline getirildi. Gazeteler, televizyonlar iktidarla birlikte yalan üstüne yalan üretiyor.
Başbakanın her söylediği yalanlanır hale geliyor. Hırsızlığın ve rüşvetin bataklığında yüzenlerin yalanla, hileyle işleri kotardıkları bir süreçten geçiyoruz.
Gezi direnişinde Kabataş’ta başörtülü bir kadına nasıl saldırıldığı, hakaret edildiği, gençlerin başörtülü kadının üzerine idrarlarını yaptıklarını, Başbakan bir menkıbeci edasıyla anlatmıştı. Camiye ayakkabıyla girilip, içki içildiğinden söz etmişti. Yalanın bini bir para olmuştu.
Yandaş medya, yalancı kalemşorlar, başbakanın ve tayifesinin ağzından çıkanı emir telakki ederek, üzerine de eklemeler ve görüntüler yapıştırarak gazetelerde, televizyonlarda günlerce çeviriyorlardı. Ancak gerçek görüntüler, somut deliller sunamıyorlardı.
Kimse öldürülen gençlerden söz etmiyordu. Ağlayan analardan, sel olan göz yaşının kimsenin mala mülke kilitlenmiş yüreğine etki etmiyordu.
Şimdi gerçek görüntüler ortaya çıktı. Ne hakaret, ne saldırı ne de… Tümü yalan.
Bunların Medine’deki üç kafadar kadar yalan söylemekten vazgeçip, hırsızlık yapmayı bırakmalarını beklemek saflık olsa da, sabah akşam Allah ve Peygamber diyerek işe devam edenlere “Bari yalan söylemeyin” diyelim mi?
http://www.evrensel.net/yazi/70599/yalan-ve-hirsizlik-uzerine-bir-hikaye