TürkiyeSON - 18.04.2024 -

Yetim gülerse dünya güler

Yetim gülerse dünya güler

Hz. Sehl bin Sa’d (r.a.) anlatıyor; Peygamberimiz (s.a.v.) işaret parmağı ve orta parmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret etti ve şöyle buyurdu:

“Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, Cennet’te işte böyle yan yanayız.”[1]

 

 

 

 

Hadis-i Şerif Hakkında

İslam, yetimlerin himaye edilmesine ve onlara bakılmasına fevkalade ehemmiyet vermiştir. Nitekim sokakta kendi kendine veya çok zayıf bir ahlak ile yetişecek insanlar; mutsuz bir hayat yaşayacakları gibi, cemiyetin başına pek çok problem çıkararak içtimai huzuru da bozacaklardır. Bu sebeple İslam onların imkân nispetinde aile içerisinde barındırılmasını ve diğer çocuklara gösterilen müşfik bir ahlakla ve güzel muameleyle onlara davranılmasını emreder. Himaye, bakım, terbiye ve malların korunmasına yönelik pek çok açıklamada bulunur.

Bir imtihandır yetim. Yiyen, içen, yürüyen, konuşan bir imtihan. Dul annesine, dedesine, amcasına, babasının din kardeşlerine, insanlığa imtihandır. Kazanırken herkesin kazandığı, kaybederken ise yetimden önce öbürlerinin kaybettiği bir imtihan. O, aramızda dolaşan bir test aracıdır. Mala esaretimizin olup olmadığını, ‘Benden doğmasa bile bana ait’ çocuklarımın, bağrıma basacak bebelerimin olup olmadığını test eder. İnsan ve mal yan yana geldiğinde neyin öne geçeceğini test eder. İnsanla başlayan ve onunla devam eden bir imtihanın adıdır o. Yetimlikle iç içeyiz. Kimse bir yetimin torunu olmadığını belgeleyemez.

 

 

 

Bu ümmetin Peygamberi (s.a.v.) de yetim geldi. O, yetimi korudu, yetimi kollamayı vasiyet etti. Rabbimiz, O’na emretti, O da ümmetine. Yetimi okşadı. Yetime babalık yapanlara Cennet vaat etti. Cennet’te kendisine iki parmağın yakınlığı kadar yakın bir konum va’detti.

Yetim, tek tek tuğlalardan oluşan muhkem bir binanın nasıl kurulduğunun, büyük bir ümmetin tek vücut şuuruna nasıl erdiğinin izlenebileceği bir aynadır. O aynaya bakar, vefamızı ölçeriz. Merhametimizi, insanlıktan neler barındırdığımızı ölçeriz. Yetim olabilirdim, o ezikliği ve eksikliği yaşayabilirdim. Babalı büyümenin şükrü olarak bir yetime kefil olma ve ona yürek açma vefası göstermek,  kendini anlamış olmaktır.

Yetimle sabrımız ölçülür. İnsanların neredeyse kendi çocuklarına tahammül edemedikleri bir zamanda; dinden ve insaniyetten kardeşimiz olan ‘elin çocuğu’nun yerli yersiz sıkıntılarına ne kadar tahammül edebileceğimiz ölçülür yetimlerle. İman ettiğimiz ve Rahman olan Rabbimizin rahmetinden payımıza ne düştüğü ölçülür. Bunun için yetim rahmettir, sabırdır, ispattır, imtihandır. Sadaka vermenin, Allah (c.c.) yolunda infakın en verimli alanlarından birisi yetime bakmak, onun hayatına kefil olmaktır.

 

 

Yetim için anne, iki kanat yerine tek kanatla uçabileceği en önemli değerdir. Yetimler kadar annelerinin de himaye altına alınmaları önemlidir. Onların, anneli bir yetimlik yaşamaları, onurlu ve iffetli bir anneye sahip olmaları büyük bir nimettir. Yetim anneleri için yetimlerle paralel yürüyen projeler geliştirilmelidir.

Yetimin ihtiyacı; mücerret yiyecek ve giyecekten, okuyup diploma sahibi olmaktan ibaret algılanmamalıdır. Sadece yetime kazandırma değil, aynı zamanda yetimi kazanmayı da ihtiva eden planlarla yola çıkılmalıdır.

Yetimlik Kur’an-ı Kerim’de yer alan bir imtihan vesilesi olarak bilinmelidir. Pek çok ihtimalli bir sonucun bizi beklediğine müdrik olmalıyız. Yetimin horlanmasına sebep verilmemesi gerektiği gibi aşırı himayeyle, ele avuca sığmaz hale gelmesine de sebep olunmamalıyız. Yetime kol kanat açmayı ona velayet sahibi olmak gibi düşünmek hatalıdır.

 

 

 

 

Yetimleri sahiplenmede kurumsallaşma, bilhassa asrın getirdiği ilave sorunlar karşısında zorunlu olmuştur. Yetimlere yönelik çalışmaları yürüten vakıflar ve benzeri kurumlar aslında, birer fert olarak ifa etmemiz gereken görevi ifa ettikleri için bizim yükümüzü taşımaktadırlar. Bu durum neticesinde yetimlere karşı hissettiğimiz yükümlülüğü, vakıflara ve benzeri kurumlara karşı hissetmek zorundayız.

Her ne kadar halk arasında annesini kaybetmiş olanlara ‘öksüz’, babasını kaybetmiş olanlara ‘yetim’ denilse de dinimizde ergenlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmiş kız veya erkek çocuklara ‘yetim’ denilmektedir. Tanımdan da anlaşıldığı kadarıyla yetimlik çocukluk devresiyle alakalı bir durumdur. Zira Peygamberimiz (s.a.v.):“Buluğ çağına ulaştıktan sonra yetimlik kalkar.”[2] buyurmaktadır.

 

 

 

 

 

Hz. Peygamber (s.a.v.) de Yetimdi

Kur’an-ı Kerim, Mekke’de nazil olmaya başladığı ilk yıllardan itibaren yetim meselesini ele almıştır. Hatta ilk ayet-i kerimelerde Hz. Peygamber’e (s.a.v.) kendisinin de yetim olduğu hatırlatılarak, yetimlere iyi muamele yapılması emredilir:

“Seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi? Öyleyse sakın yetimi ezme!”[3]

Yine Mekkî olan Fecr Sûresi’nde; “Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz.”[4] buyurularak; yetime karşı gösterilen bu davranış kötülenmektedir. Mâûn Sûresi’nde yetime yapılan kötü muamele bir nevi ‘dini inkâr’ olarak gösterilir.[5]

Mekke’de daha ziyade yetime iyi muameleyi teşvik edici, kötü muameleden de nehyedici ayet-i kerimeler nazil olmaktadır; Medine’de ise yetimlerin himayesi hususunda daha kesin emirler ve daha müşahhas tedbirleri ihtiva eden ayetler inmiştir. Bu ayet-i kerimelerden bazıları, yetimlere maddî yardım yapmayı da teşvik eder:

“Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun (Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”[6]

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.”[7]

Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o; ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”[8]

 

 

 

 

Yetimlere iyi muamele, himaye, maddî yardım hususlarında; Hz. Peygamberden (s.a.v.) de pek çok hadis-i şerif varid olmuştur. Onlardan bazıları şunlardır:

“Müslümanlar (evleri) içinde en hayırlı ev, kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar (evleri) içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.”[9]

“Bir kimse, Müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse; affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka Cennet’e koyar.”[10]

“Bir kimse, sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa; elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır…”[11]

Bir hadis-i şerifte de Rasûlullah (s.a.v.): “Kim üç yetimi yetiştirir ve nafakasını temin ederse; sanki ömür boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıç Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alır. Keza, ben ve o, şu iki parmak gibi Cennet’te kardeş oluruz.” buyurmuştur ve ardından şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırmıştır.[12]

 

İlahî Rahmetin Kaynağı Olarak Yetimler

Yüreğinden kopup gelen derin bir şefkat duygusuyla bir yetimi kucaklayıp bağrına basan, ona yalnızlığını ve yetimliğini unutturmaya çalışan bir kimse; ilahî rahmet sağanağı altında yıkanmış ve günahlarından arınmış olur. Zira yetime gösterilecek iyi muamelenin dünya hayatında kalp huzuruyla yaşamak için, önemli bir vesile olduğu unutulmamalıdır.

Ashab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer (r.a.), beraberinde yemek yiyecek bir yetim çocukla yemek yemeyi adet edinmişti. İşte bu değerli sahabeler, yalnız yetimlerin haklarını kendilerine vermekle, onları muhafaza etmekle kalmamış; onları her zaman korumayı ve himayeyi bir görev bildiklerini tam manasıyla ispat etmişlerdir.

İslam, yetimlere iyi davranılmasına, onların mallarının korunmasına son derece önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’in yirmi bir yerinde doğrudan veya dolaylı olarak yetimlerin gözetilmesi emredilmektedir. Bu ayet-i kerimelerden birisinde şöyle buyurulmaktadır:

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (Cehennem’e) gireceklerdir.”[13]

 

 

 

Zikredilen ayet-i kerimedeki yetim malı yemekten maksat; onların mallarına sahip çıkmamak ve haklarını yemektir. Yoksa içerisinde yetim bulunan bir aileyi ziyarete gidildiğinde onların ikram ettiği bir ikramı almamak değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de; yetim malı yemeyi insanı helak eden yedi büyük günah arasında saymıştır.[14]

Yetim, kendi malını idare edemeyeceği için; onun mallarını vasisi idare eder. Onun şahsî işlerini ise velisi yürütür. Vasi, yetimin malından, maddî zararı kesin olan harcamalarda bulunamaz.

Yetimler reşit olarak erginlik çağına ererlerse malları kendilerine teslim edilir. Şayet erginlik çağına geldiklerinde kendilerinde mallarını güzelce idare edebilme yeteneği görülmezse, rüştünü ispat edinceye kadar kendilerine malları teslim edilmez. Bu yaştan sonra artık kendi mallarını idare ederler.

İslam’a göre; yetim malı yemek kesinlikle haramdır ve büyük günahlardan biridir. Bu konuda açık ifadeleri bulunan birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. İşte bunlardan bazıları:

“Rüştüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın…”[15]

“Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Siz (fertlerin ve milletlerin mahvolmasına sebep olan) helak edici yedi günahtan sakınınız!’ Ashab-ı kiram: ‘Ya Rasûlullah! Bunlar hangileridir?’ diye sorunca. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ‘Allah’a şirk (ortak koşmak), büyü yapmak, Allah Teâlâ’nın öldürülmesini haram kıldığı kimseyi öldürmek, tefecilik, yetim malı yemek, düşman ile savaşırken kaçmak, evli ve hiç bir şeyden haberi olmayan namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmaktadır.’ buyurmuşlardır.”[16]

 

 

 

Demek ki; yetim malı yemek, insanları ve toplumları mahvedici büyük günahlardan birisidir. Akıl ve mantık ölçüsünde düşünüldüğü takdirde de, yetim malı yemenin ne kadar kötü olduğu açık bir şekilde anlaşılabilir. Anne-babası ölmüş, küçük yaşta ve bakıma muhtaç bir vaziyette kalmış, henüz kendisine miras kalan malı çekip-çeviremeyecek durumda ve çaresiz bir yetimin malını yiyenlerin bu dünyada ıslah olmayacakları ve öbür dünyada da büyük cezaya çarptırılacakları ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıklanmıştır.

Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.